KİŞİLİĞİM DEDİĞİN AMA ASLINDA TRAVMA TEPKİSİ OLAN 5 DAVRANIŞ
Bazı davranışlarımızın karakterimiz ya da doğuştan getirdiğimiz mizaç özelliklerimiz olduğunu düşünürüz. Oysaki bu davranışlarımızın altında yatan asıl sebep geçmişte yaşadığımız travmalar ve bunların bizde yarattığı etkilerdir. Ben böyleyim, benim yapım böyle dediğimiz 5 davranış ve bunların ardındaki olası travmalara gelin bir bakalım. Benliğimiz öyle ilginçtir ki. Kaldırmakta zorlandığımız, zorlanacağımız travmatik bir olayla karşılaştığımızda ruhsal dengeyi sağlayabilmek, benliğimizin dağılmasını önleyebilmek adına çeşitli savunma mekanizmaları geliştiririz ve bu savunma mekanizmaları biz farkında olmadan devreye girer. Bir olayın bizde yarattığı dayanılmaz düzeyde yüksek acı, çaresizlik, korku gibi zorlayıcı duygularla baş edebilmek için genellikle bu savunma mekanizmalarını devreye sokarız ve bir süre sonra bu önleyici ya da yumuşatıcı tepkiler o kadar çok tekrarlanır ki bir de bakmışız adeta karakterimiz haline gelmiş. Efendim ilk bahsedeceğim özellik kurtarıcılık ama kendini feda boyutunda bir kurtarıcılıktan bahsediyorum. Hayatta hep kurtarıcı rolünde misiniz? Kendinizi sürekli yardıma muhtaç kişilere ya da canlılara doğru koşarken mi buluyorsunuz? Kimimiz bunu mesela koyu bir hayvansever olarak yapıyoruz ve sokaktaki canlıları kurtarmaya yaşamımızı adıyoruz. Kimimiz doktorluk, terapistlik ya da koçluk gibi diğer insanların hayatına bir şekilde dokunan hatta bazen hayat kurtarabilen meslekleri seçebiliyoruz. Kimimiz bağımsız olarak ya da çeşitli derneklerde, vakıflarda kendi dertlerimizi unuturacısına başkalarının sorunları için koşarken kendimizi buluyoruz. Kurtarıcı rolündeki insanlar kendi dertlerini bir kenara bırakıp başkalarının sorunlarıyla ilgilenmeyi ve onları çözmeyi bir görev edinirler. Üstelik bu onlardan talep edilmemiş olsa bile. Peki bunun altında ne olabilir? Olasılıklardan bazılarına gelin bakalım. Tabii bu olasılıklar herkes için, her koşulda, her zaman geçerlidir diyemeyiz.
Bunu da lütfen bir köşede tutalım aklımızın. Birinci olasılık şudur Hayatta kurtarıcı rolündeki kişiler genellikle çocukluklarında kriz ortamının olduğu bir ailede büyümüşlerdir. Nasıl bir ailedir bu? Mesele ailenin içerisinde genellikle hep böyle dikkati, ilgiyi üzerine çeken, bakıma muhtaç özel bir kişi olabilir. Bu kişi engelli bir kişi olabilir, bu kişi bağımlı bir kişi olabilir. Mesela alkolik bir aile bireyi olabilir. Bu kişi bakıma muhtaç bir yaşlı olabilir. Yani bir şekilde ailenin ilgisi ve dikkati hep o sorunlu kişinin ya da işte o bağımlı, özel bakıma muhtaç kişinin üzerindedir. Dolayısıyla çocuk kendi ihtiyaçlarının karşılanmayacağını varsayarak kendini hep ikinci, üçüncü plana atmayı öğrenir. Varlığının görüldüğü, duyulduğu, dolayısıyla kendisini var hissettiği anlar hep diğerleri için, aslında o sorunlu kişi için bir şeyler yaptığı anlardır. Bu yüzden de var olabilmek, anlamlı hissedebilmek için başkalarını kurtarmaya ihtiyaç duyar. Yani var olabilmek için hep bir kurbana ihtiyacı vardır ve o kişilere ya da o durumlara doğru adeta çekilir. Bu kişilerle ilgili bir diğer olasılık da bu kişilerin çocuk yaşlardan itibaren yaşlarının çok üzerinde sorumluluk almak zorunda kalmaları ya da bir şekilde yine sıkıntılı bir aile ortamında büyümeleri. Böyle bir durumda, yani yaşınızdan çok büyük sorumluluk almak durumunda kaldığınızda bir şekilde çocuk benliğiniz kendini bu doğa gibi sorunlar karşısında çok güçsüz ve çaresiz hisseder. Bu sorumluluklarla nasıl baş edeceğini bilemez. Ve bu çaresizlik, güçsüzlük duygusu o kadar ezicidir ki çocuk bununla baş edebilmek için bir şekilde bunun tam tersiyimiş rolünü yapar, yani kurtarıcı rolüne girer.
Bu şekilde kendini daha güçlü ve var hisseder. Aslında başkalarını kurtarırken, onlar için onlardan çok üzülürken, kendimizi yıpratırken onlar da gördüğümüz şey kendi yaralı parçamızdır. Onların çaresiz, güçsüz, yardıma muhtaç halleri bize kendimizi öyle hissettiğimiz o travmatik anları hatırlatır ve bizi tetikler. Ve bu çok zorlayıcı duygularla baş etmenin yollarından biri de kurtarıcı rolüne girmektir bazen. Yani kurtardığımız şey aslında özünde kendimizdir. Bu durum bana Jung’un şu çok sevdiğim sözlerini hatırlatır. “Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde. Bunlar güzel erdemler evet. Fakat ya dilencilerin en fakirinin, suçluların en gaddarının da kendi içimde olduğunu fark edersem ya şefkatine en muhtaç kişinin, sevilmeye en muhtaç düşmanımın kendim olduğunu fark edersem o zaman ne olacak? İkinci özelliğimiz aşırı empati. Aslında aşırı empati ile beraber diğerlerinin ne düşündüğünü, ne hissettiğini çok fazla anlamaya çalışmak çabasını da ekleyebiliriz. Aşırı empatik misiniz? Diğerlerinin acısını bazen kendi açınızdan bile daha yoğun bir şekilde hissedebiliyor musunuz? Diğerlerinin duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını fazlasıyla önemser, bunu anlamaya çalışır ve bunu içselleştir misiniz? Bazılarımız bu çok yorucu ve yıpratıcı olsa bile sürekli bunu yapmaya çalışırız ve sürekli diğerlerinin ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamaya çalışırız. Şimdi bunun yani bu aşırı empati ya da hiper empati sendromu, empatlık falan diye isimlendirilen diğerlerinin sıkıntısını, acısını yani duygularını aslında genel olarak çok fazla yoğun bir şekilde hissedebilen kişilerle ilgili olarak olası sebeplerden bir tanesi aslında bir önceki maddede de saydığımız yine zorlayıcı, yaralı bir çocukluk geçirmiş olmak ve aslında o gördüğümüz acının bize kendi yaralı tarafımızı hatırlatması ve tetiklemesi.
Olası bir diğer sebep de yine zorba bir ebeveynle büyümüş olmak olabilir. Yani aslında ebeveyn olması da şart değil. Bir şekilde çocukluğunuzda hayatınızda bir zorba ile yaşamış olmak olabilir. Diyelim ki bu ebeveyniniz olmuş olsun. Şimdi böyle bir kişiyle yaşadığınızda çocukluğunuzda önlem alabilmek ve kendinizi koruyabilmek için genellikle diğer kişinin yani o zorba kişinin ne düşündüğünü ne hissettiğini, ne yapacağını sürekli tahmin etmeye çalışırız, anlamaya çalışırız. Acaba bugün öfkeli mi? Acaba bugün yine bana bağıracak mı? Acaba bugün bana şiddet uygulayacak mı? Acaba bugün ne düşünüyor? Acaba biraz sonra beni dövecek mi? Ya da belki de acaba bugün kendini iyi mi hissediyor? Sürekli bunu anlamaya çalışıyor olabiliriz. Yani çocukluğumuz bu çabayla geçmiş olabilir. Bunun sonucunda da tabii yetişkinliğimizde sürekli kendimizi diğerlerinin ne hissettiğini anlamaya çalışırken bulabiliriz. Yani bu bir artık bir alışkanlık, hatta belki bir yavaş yavaş karakteristik bir özellik haline gelmeye başlamış olabilir. Üçüncü özelliğimiz işkoliklik. Siz de böyle boş duramayan, boş durduğunda çok rahatsız olan, sürekli çalışmak isteyen, işkolik, tatile çıkamayan, sürekli bir şeylerle meşgul olma ihtiyacı içinde olan biri misiniz? Hep yetiştirmek zorunda olduğunuz işler, tamamlanması gereken görevler, ulaşılması gereken hedefleriniz mi var? Hatta bir hedefe ulaştığınızda dahi bunu tam anlamıyla kutlayamayıp. Hemen kendinize yeni yeni hedefler belirlerken mi kendinizi buluyorsunuz? Peki bunun altında neler olabilir? Gelin bir bakalım.
Bunun olası sebeplerinden biri eleştirel ebeveynlerle büyümek olabilir. Yani sizi sürekli yargılayan, eleştiren, hep diğerlerine örnek gösteren ya da koşullu bir şekilde size sevgi göstermiş ebeveynler olabilir. Yani çocuk bir şekilde kendi var olduğu haliyle ailesinden ilgi, dikkat, şefkat tam anlamıyla göremiyor. Ancak ne vakit çocuk başarılı olsa, ne vakit çocuk onların koydukları hedeflere ulaşsa o zaman ebeveynlerinin ilgisine, dikkatine, sevgisine, şefkatine tam anlamıyla maruz kalıyorsa, tam anlamıyla o zaman hak ettiğine inandırılıyorsa, işte böyle bir evde büyüdüğünüz de var olabilmek, anlamlı hissedebilmek, kendimizi yeterli ve değerli hissedebilmek için hep daha iyisi olmamız gerektiğine inanmaya başlıyoruz. Ve bu öyle bir şey ki, ne yaparsak yapalım yeterince iyi olduğumuzu bir türlü düşünemiyoruz. Yani girdiğimiz bir yarışmada birinci olsak bile. Ya oldum ama aslında o şanstan dolayı yani işte diğer rakibim şunu yapmadı, ondan oldu. Ne yaparsanız yapın, sanki yeterince iyi değilmişsiniz gibi hissedersiniz. Hiç unutmam, bir eğitimde ara verdiğimizde bunu başka bir videomda da anlatmıştım. Eğitimdeki katılımcılardan birinin telefonu çaldı. Arayan oğluydu. Oğlu girdiği sınavda Akdeniz Bölge üçüncüsü olduğunu söyledi ve baba bunu duyduğunda hani böyle mesela biz böyle kulak misafiri olduk ve duyduğumuzda yüzümüzde bir gülümseme oluştu. Baba ise gayet tepkisiz bir biçimde. Üçüncü mü? Peki birinci kim olmuş dedi. Bunu gördüğümüzde tabii çok şaşırmıştık ve üzülmüştük. Neden üzülmüştük? Çocuk için üzülmüştük. Bazı durumlarda da bir kaçınma stratejisi olarak işkolikliğe başvururuz.
Yani bir şekilde yüzleşmek istemediğimiz anılar, duygular, düşünceler bizi o kadar çok zorlar ki, bunlardan kurtulabilmek için kendimizi işe güce veririz ve boş kalmak istemeyiz. Çünkü boş kalırsam o duygular, düşünceler tekrar başıma üşüşecek, boş kalmamalıyım. O yüzden de kendimi bunlara vermeliyim diye düşünürüz. Dördüncü özelliğimiz kontrolcülük ve aşırı planlı olma, aşırı tedbirli olma. Siz de her şeyi kontrol altına almaya çalışan, her şeyin yolunda gideceğinden emin olmak için öncesinden çok sıkı bir şekilde planlar yapan, her türlü olasılığı hesaplamaya çalışan ve bu olasılıklara göre farklı farklı yapılacak işler listesi oluşturan en ufak bir aktivite için bile mesela tatile gitmek ya da işte bir yere gitmeden önce bile neler yapacağınızı kafanızda kurgulayan, eğer bu olmazsa rahat edemeyen birisi misiniz? Her şeyi önceden bilmeli, buna göre planlarımı yapmalıyım belirsizliğe tahammülüm yok mu diyorsunuz? Genellikle bu durumu kaygı problemi olan kişilerde görüyoruz. Aslında bu yani aşırı kontrolcülük ve planlı olma, aşırı tedbirli olma, bir şekilde kaygıyla baş edebilmek için geliştirilmiş bir strateji. Kişi burada her şeyi kontrol altına almaya, belirsizlikleri azaltmaya çalışarak kendi kaygı düzeyini azaltmaya çalışıyor. Bu yüzden de her şeyi en ince detayına kadar planlıyor. Peki bunun altında ne var? Bunun altına baktığımızda da bazı kişilerde dayanıksızlık şemasını görüyoruz. Hatırlarsanız şemalar bilişsel psikolojide çocukluktan itibaren hayata, kendimize ve dış dünyaya dair geliştirdiğimiz katı inançlardı ve bu inançlar bugünümüzü de etkiliyordu. İşte dayanıksızlık şemasında da kişi eninde sonunda başıma bir felaket gelecek ve ben bu felaketle baş edecek kadar dayanıklı değilim inancına sahiptir.
Dayanıksız şeması ile ilgili daha detaylı bilgi için şu videoya bakabilirsiniz. Dayanıksızlık şemasının kökenlerine baktığımızda ise genellikle mesela kaygılı bir anne babayla büyümeyi görebiliyoruz ya da aşırı koruyucu kollayıcı bir anne babayla büyümeyi görebiliyoruz. Çocuk aslında bir şekilde hayata dair bu kırılganlığı ya gözlemleyerek öğreniyor ya da kendisi bir şekilde bununla ilgili acı bir deneyim yaşamış oluyor. Ve beşinci maddemiz mükemmeliyetçilik. Bazen ki bu inanç genellikle çocukluktan gelir elde edindiğimiz deneyimler, tecrübelerimiz, annemizin, babamızın bize yaklaşım biçimi, öğretmenlerimizin hayatımızdaki otorite figürüdeki kişilerin ya da arkadaşlarımızla yaşadığımız deneyimler, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz diziler, filmler, her şey. Tüm bunlar sonucunda bazen kendimize dair yetersiz ve değersiz olduğumuza dair bir inanç geliştiririz. Ve bu baş edilmesi o kadar zor bir duygudur ki bununla baş edebilmek için bazen bunun tam tersiymiş gibi davranmaya çalışırız. Çünkü var olan halimizle, yani bu olduğumuz halimizle diğerlerinin bizi eleştireceklerine yargılayacaklarına, bizi sevmeyeceklerine, kabul etmeyeceklerine inanırız ve bu nedenle de yaptığımız her işi diğerlerinin onayını alabilmek, diğerleri tarafından kabul görebilmek, aslında sevebilmek için mükemmel yapmaya çalışırız. Yaptığımız her iş mükemmel olmalı yoksa! Yoksa ne? Siz bu soruya ne cevap veriyorsunuz? Yorumlarda benimle paylaşırsanız sevinirim. Kendinizi daha yakından tanıyabilmek, zorlayıcı duygu ve düşüncelerle baş edebilmek için yeni teknikler öğrenmek istiyorsanız doğru yerdesiniz. Eğer yeni videolarımızdan haberdar olmak istiyorsanız lütfen kanala abone olmayı ve bildirim zillerini tümü olacak şekilde açmayı unutmayın.