KÜLKEDİSİ – SİNDRELLA SENDROMU / Beyaz Atlı Prens / Zengin Koca / Keşfedilmeyi Beklemek

Merhaba sevgili dostlar bugün en çok kadınları etkileyen ve hayatımızı mahveden Külkedisi sendromundan bahsedeceğim. Bu sendrom öyle bir sendrom ki, elimizi kolumuzu bağlıyor ve kendi ellerimizle kendi hayatımızı sabote ediyoruz ve kısıtlıyoruz. Peki nedir bu Kül kedisi sendromu? Detaylar videoda. Zavallı Sindirella ya da Külkedisi, zalim üvey kız kardeşleriyle beraber çok kötü bir hayat yaşamaktadır. Sonra birdenbire yakışıklı bir prens ortaya çıkar ve yakışıklı prensimiz Külkedisinin elinden tutup onu bu hayattan çekip çıkarır. Sonra da mutlu mesut yaşarlar. Çocukken ne çok dinledik bu masalı değil mi? Peki bu ve bunun gibi pek çok masalın alttan alta zihnimize verdiği mesajların tüm hayatımızı etkilediğinin ne kadar farkındayız? Mesela Külkedisi yaşadığı berbat hayattan kurtulmasının tek yolu bir prensin gelip onu kurtarması. Peki Prens hiç gelmeseydi, Külkedisi kendi çabalarıyla bu hayattan kurtulabilecek miydi? Seni kurtaracak bir prensin yoksa sen bir hiç misin? Bir kadın, bir erkek olmadan içinde bulunduğu kötü koşullardan kendini kurtaramaz mı? Didem Yeşim Pektok, Martı dergisindeki yazısıyla bu durumu şu cümleleriyle çok güzel özetlemiş. Daha çocukken kadınlık imajımız bizlere doğuştan cezalı, her daim naif, kırılgan. Başı sıkıştı mı desteğe ihtiyacı olan, kendi başına mücadele edemeyen bir birey olduğumuzu öğretiliyor. Kadınların küçük yaştan içindeki özgürlük, girişimcilik ve kahramanlık hisleri masallar, ninniler ile desteklenerek itinayla sindiriliyor. Külkedisi Kompleksi ya da bir diğer adıyla Sindirella kompleksi, Kurtarılmak için duyulan gizli bir arzudur. Derinlerde bir yerde kendi hayatınızın sorumluluğunu almak istemezsiniz. Dolayısıyla bağımsızlıktan korkarsınız. Ve kurtarılmak için hep yakışıklı bir prensin gelmesini beklersiniz.

Tabii bu söylediğim şu an sizin için belki çok anlamlı gelmiyor olabilir. Çünkü bunun çok da farkında değilsinizdir. Yani bu bilinç düzeyinde bir arzu değildir. Bunu fark edebilmek için hakikaten konu üzerine derinleşmek gerekir. Zaten bunun işaretlerini yani bunun sizde var olup olmadığını görebileceğiniz işaretleri de biraz sonra saymaya başlayacağım. Sindirella Kompleksi 1981 yılında psikoterapist yazar Colette Dowling’in Külkedisi – Sindirella Kompleksi Çağdaş Bir Kadının Bağımsızlık Korkusu isimli kitabının yayınlanmasıyla popüler hale geldim. Ve ne yazık ki üzerinden 40 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen hala geçerliliğini koruyan bir konu. Dowling özetle kadınların çocukluklarından itibaren bağımlı olarak yetiştirildiklerini söylüyor bize. Ve bu sürekli korunmaya ve bakıma duyulan ihtiyacın kadınların yetişkinliklerinde de hayatlarını etkilemeye devam ettiğini ve bu inançla kadınların kendi hayatlarını, kendi başarılarını, kendi mutluluklarını sabote ettiklerini anlatıyor bize. Aslında biz kadınlara gerek ailemiz gerek toplum izlediğimiz dizilerden dinlediğimiz masallara kadar pek çok faktör korunmaya muhtaç olduğumuzu empoze ediyor. Belki biraz da bizim işimize geliyor. Çünkü bu yetiştirilmenin ve bu empoze edilen inançların da etkisiyle kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmek ve kendi hayatımızdan sorumlu olmak konusunda ne yazık ki çekingen olabiliyoruz ve bağımsızlığımızdan korkabiliyoruz. Öte yandan korkmak daha kolay. Neden? Çünkü özgür olmak demek, korkmamak demek, bir şeyler yapmak demek. Peki gelelim bu sendromun işaretlerine. Efendim, birinci işaret. Erken yaşta evlenip çocuk sahibi olmak ya da zengin koca bulmak hayali. Ne yazık ki toplumda evli ve de çocuklu kadınlar daha fazla el üstünde tutuluyor.

Bir kadın eğer evli ise toplumdaki statüsü yükseliyor. Eğer çocuklu ise, eğer bir anne olduysa daha da yükseliyor. Tabii ki bu bilinçle yetiştirilmiş kız çocuklarının da hayattaki en büyük hedefleri evlenmek ve çocuk yapmak oluyor. Ve yine ne yazık ki bazı kız çocukları bundan başka bir hayal kuramıyor. Yani tahayyül edemiyor. Tamamen buraya odaklı. Halbuki şöyle biraz vizyonumuzu genişletmek, ne bileyim kendi varoluş amacını keşfetmek, kendi sınırlarını görmek, belki kendi işini kurmak, bir bilim insanı olmak, başka coğrafyalar görmek gibi hayaller değil. En temelde evlenmek ve çocuk yapmak. Tabii böyle söyleyince bunun sadece daha geleneksel, daha kırsal kesimlerde eğitim seviyesi daha düşük yerlerde var olduğunu zannetmeyin. Son derece eğitimli, çağdaş görünen, çağdaş görünen ortamlarda büyümüş, tırnak içinde, modern kadınlarda da bunu görebiliyoruz. Bu yüzden 30’larına gelmiş ve hala evlenmemiş kadınlar kendilerini içten içe kötü hissedebiliyor. Ya da çocuk sahibi olamayan kadınlar kendilerini yetersiz görebiliyorlar. Tabii bu sözlerim yanlış anlaşılmasın, evlenmek de ya da çocuk yapmayı istemek de bir sıkıntı yok. Tabii ki bunları isteyebiliriz. Ancak sıkıntı kendini sadece bunlar üzerinden var etmekte. Sizler evlenmeseniz de çocuk yapmasanız da zaten olduğunuz halinizle yeterli ve değerli bireylersiniz. Efendim bir diğer işaret. Evlendikten sonra tüm kariyerini bırakmak. Akademik kariyeriniz vardır ya da bir üniversitede öğrencisidir mesela. Mezun olmanıza az kalmıştır belki. Fakat evlendiniz diye okulu bırakırsınız ya da belki kariyerinizin çok iyi bir noktasındasınız çalışıyorsunuz, işinizi de seviyorsunuz ancak evlendiniz. Durumunuz da iyi. Çocuk yaptınız. Çocuğa bakayım ilk zamanlar dediniz.

Belki işe bir ara verdiniz ve sonra geri dönmediniz. Ve bütün bir hayatınızı eşinize ve çocuğunuza adamaya karar verdiniz. Şimdi ilk başlarda bu size çok mantıklı gelebilir ve ne var canım ben bundan dolayı çok mutluyum diyebilirsiniz. Çünkü gerçekten de ev kadını olmak daha konforlu bir şey, diğerine oranla. Ancak yine de kendinize bir sorun istiyorum bunu yapmanızın yani bütün her şeyden elinizi eteğini çekip kendinizi ev kadını haline dönüştürmenizin esas sebebi o derinlerde yatan bağımsızlık korkunuz. Yani Külkedisi sendromunuz mu yoksa başka bir şey mi? Yazar kolit bunu kendi hayatından bir örnekle anlatıyor ve diyor ki. Ne zaman sırtımı yaslayacak birilerini bulsam bakın, sırtımı yaslayacak birilerini bulsam her şeyden elimi eteğimi çekiyordum ve hayatımdaki ilerleme sıfırdı. Hayatımla ilgili hiçbir şey yapmamaya başlıyordum. Prensiniz size prensesler gibi bir hayat vadetmiş olabilir. Ancak bir gün gelip bu masal bittiğinde inşallah bitmez. Ama bittiğinde feda ettiklerinizden dolayı pişman olmak istemezsiniz. Efendim bir diğer işaretimiz ilişki bağımlılığı. Kendinizi sadece hayatınızda bir ilişki var olduğunda, birinin partneri olduğunuzda, birinin eşi olduğunuzda, hayatınızda birisi sizi sevdiğinde değerli hissetmeniz, onun dışındaki zamanlarda değersiz hissetmeniz de yine bunun göstergelerinden biri olabilir. Yani var olduğunuzu hissedebilmek için bir ilişkiye ya da birilerinin bir şeyi olmaya, eşi olmaya fazlasıyla ihtiyaç duyarsınız. Bu yüzden yaşadığınız ilişkide mutsuz olsanız bile kopamazsınız. Çünkü eğer ilişkim olmazsa ya da boşanırsam, ayrılırsam ben ne yaparım dersiniz?

Bir diğer belirti pasif bekleyiş. Özellikle iş hayatındaki kadınlarda görülen bir şey bu. Pasif bekleyiş derken neyi kastediyorum? İş hayatında pek çok kadın bir gün birilerinin onların çabalarını göreceği ümidi ile elinden geleni yapıyor, çalışıyor didiniyor fakat haklarını savunmak yerine bunlar için mücadele etmek yerine, eğer sabredersem, eğer boynumu bükersem bir gün yöneticim beni görecek diye bekliyor. İşte bu da yine Külkedisi sendromunun göstergelerinden bir tanesi. Bir diğer işaret yetersizlik inancı. Kadın başıma nasıl yaparım, bir kadın olarak ne yaparım? Gibi inançlar ne yazık ki çoğu kadını hayatta harekete geçmekten alıkoyuyor. Bu yüzden pek çok kadın erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen daha az maaş alıyorlar ve aslında çok daha fazlasını yapabilecekken gerçek performanslarını gösteremiyorlar. Ve Kurban bilinci tabii ki bir diğer işaret. Eğer hayatınızın sorumluluğunu kendi elinize almazsanız, doğal olarak yaşadığınız sonuçlardan kaynaklı da hep dışsal faktörleri suçlarsınız. Bazı kadınlar yaşadıkları bu hayatın sorumlusu olarak kocalarını, eşlerini, ne bileyim ailelerini, şansı, kaderi, kısmeti vesaireyi pek çok dışsal faktörü gösterebilir. Yine bu da kişinin kendi hayatının sorumluluğunu kendi ellerine almadığını gösterir ki bu da kül kedisi sendromunun bir sonucu olabilir. İşte tüm bunların sonucunda pek çok kadın farkında olmadan kül kedisi sendromuyla yaşamaya devam ediyor ve yine farkında olmadan kendi hayatlarını kendi elleriyle sabote ediyorlar, kısıtlıyorlar, harekete geçebilecekken kendi gerçek güçlerini gösterebilecekken bunu yapmamayı tercih ediyorlar. Ve son olarak sevgili kadın arkadaşlarım şunu unutmayın. Bizler İstiklal Savaşı kahramanları Şerife Bacıların, Kara Fatmaların, Nezahat Onbaşıların torunlarıyız. Var olmak için bir erkeğe ihtiyacımız yok. İhtiyaç duyduğumuz kudret kendimizde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir