KORKULARIN, DEPRESYONUN, RUHSAL SIKINTILARIN, TRAVMALARIN ATALARINDAN MİRAS OLABİLİR Mİ?

Dede koruk yer torunun dişi kamaşır derler. Acaba sahip olduğumuz ruhsal sıkıntılar atalarımızdan bize miras olarak aktarılmış olabilir mi? Dedemin ya da onun dedesinin yaşadığı bir travma bugün beni etkiliyor olabilir mi? Geçmiş nesilde yaşanan travmatik olayların izleri nesilden nesile aktarılıyor olabilir mi? Son yıllarda yapılan epigenetik araştırmalar bunun cevabının evet olabileceğini bize gösteriyor. Peki ama nasıl? Ve eğer kalıtsal bir aile travmam varsa bunu nasıl anlayabilirim? Bu soruların cevapları bu videoda. Psikolog yazar Mark Wolynn kendi iyileşme hikayesinden yola çıkarak bir kitap yazdı. Bu kitabın adı Seninle Başlamadı. Bu kitapta sebebini bir türlü bulamadığımız ve türlü terapi çalışmalarına rağmen inatla iyileşmeyen bazı travmalarımızın aile büyüklerimizden bize miras olarak aktarılabileceğinden söz etti. Geçmiş nesiller de asıl travmayı yaşamış olan kişi şu anda ölmüş olsa bile hayat tecrübesine ilişkin parçalar, anılar, hisler, duyumlar, algılar bir şekilde gelecek nesillerde de yaşamaya devam ediyor. Çok ilginç değil mi? Ailenizde atalarınızdan birinin yaşamış olduğu bir travmatik olayın bedensel ve zihinsel etkileri size de aktarmış olabilir. Örneğin savaş tecrübesi olan bir dedeyi düşünelim. Bu dede kapalı bir alanda esir tutulmuş ve çeşitli işkencelere maruz kalmış olsun. Belki de onun torunlarından bazıları bugün sebebini bir türlü bulamadığı ve bir türlü iyileştirilmediği kapalı alan fobisine yenik düşmüş olabilir. Bir travma yaşadığımızda DNA’mızda kimyasal bir değişim meydana gelir ve bu kimyasal değişiklik genlerimizin çalışma biçimlerini değiştirebilir. Genlerimizin çalışma biçimlerinde meydana gelen bu değişiklik ise duygularımızı ve davranışlarımızı etkileyebilir.

Bununla ilgili bir çalışma geçtiğimiz yıllarda Nature Neuroscience dergisinde yayınlandı. Yapılan deneyde erkek farelere kiraz çiçeği kokusuna benzeyen asetofenon kokusuyla stres verildi. Bu kokuyu erkek fareler ne zaman duysa erkek farelerin vücuduna elektroşok verildi. Herhangi bir travma anında beynimiz o andaki tüm duyguları, duyumları, hisleri, sesleri görüntüleri̇ kokuları çok derin bir biçimde kaydeder. Kaydeder ki bu kayıtlar sayesinde gelecekte de olası tehditlere karşı önlem alsın. Fakat görünen o ki travma anında bedenimiz sadece bu kayıtları almakla yetinmiyor, aynı zamanda bu kayıtları nesilden nesile de aktarıyor ve hatta aktarmakla da kalmayıp travma anında bedenimiz gelecek nesiller bu travmaya karşı daha duyarlı olabilsinler diye çeşitli değişimler geçiriyor. Sonrasında travma yaşatılan bu farelerin bazılarının beyinleri kesilip incelendi. Yapılan bu incelemede farelerin beyinlerinde değişimler gözlendi. Farelerin beyninde koku almaktan sorumlu olan bölgede bir büyüme vardı. Fareler artık bu kokunun çok daha düşük düzeylerini dahi algılayabilecek şekilde beyinlerini geliştirmişlerdi. Yani yaşadıkları travmaya tepki olarak beyin kendini değiştirmiş ve geliştirmişti. Bunun amacı tabii ki bundan sonraki nesillerin bu kokuya yani bu travma faktörüne karşı daha hassas olmalarını ve önlem alabilmelerini sağlamaktı. Ancak değişiklik sadece bununla sınırlı kalmamıştı. Farelerin kanlarında ve spermlerinde de bazı kimyasal değişiklikler söz konusuydu. Travmalı farelerin spermleri alınarak daha önce bu travmaya uğratılmamış. Yani daha önce bu kokuyu duyduktan sonra elektroşok yememiş dişi fareler döllendiler. Ortaya çıkan yavrular incelendiğinde şu görüldü. Yavrular da kiraz çiçeği kokusu duyduklarında tıpkı babaları gibi aynı travmatik tepkileri veriyorlardı.

Üstelik bu yavrular daha önce ne bu kokuyu duymuşlardı ne de böyle travmatik bir anı yaşamışlardı. Bu etki sadece yavrularla sınırlı kalmadı. Sonraki neslin yavrularına da aynı şey görüldü. Yani bu travmatik etki en az iki nesli etkiliyordu. 2015 yılında yapılan ve Biological Psychiatry dergisinde yer alan bir çalışmada aynı etkinin insanlar için de geçerli olabileceği gözlemlendi. Bu çalışmada Nazi toplama kamplarına esir düşmüş, işkence görmüş ve aynı zamanda savaş travması olan kişiler ve bu kişilerin aile üyeleriyle çalışıldı. Bu kişiler ve bu kişilerin yakınları biyolojik ve psikolojik olarak incelendiler. Yapılan çalışma sonucunda Nazi kampına düşmüş ve savaş travması yaşamış kişilerde ve bu kişilerin yakınlarında epigenetik birtakım değişimler olduğu gözlemlendi. Görünen o ki travma sonrası stres tepkileri insanlarda da nesilden nesile aktarılıyor olabilir. Peki acaba bizim travmalarımız miras mı yoksa alın terimi nasıl ayırt edebiliriz? Herhangi bir ruhsal sıkıntınız varsa öncelikle kendinize şu soruyu sorun. Bu sorun ne zaman başladı? Ne zaman ortaya çıktı? Şöyle bir düşünün. Geriye doğru kaydı sarın, ilk ne zaman deneyimlediniz ve o deneyimlediğiniz sırada ne gibi yaşam olayları vardı? Mesela bir boşanma, bir ayrılık olabilir, bir şehir değişikliği olabilir, bir iflas olabilir ya da bambaşka bir şey. Bu kadar böyle acılı bir şey olması da gerekli değil. O deneyimin öncesinde ne yaşadınız, hangi yaşam olayına maruz kaldınız? Düşünün, Mark bize şöyle söylüyor; eğer kalıtsal bir aile travmanız varsa, daha önce hiçbir belirti olmamasına rağmen bir yaşam olayın ardından işte az önce bahsettiğim gibi evlenme, boşanma, şehir değişikliği vesaire herhangi bir yaşam olayın ardından birdenbire sıkıntılarınız ortaya çıkmaya başlar.

Eğer sebep kalıtsal aile travması ise muhtemelen bu yaşam olayı daha önceki neslin yaşadığı travmatik olayla ilgili bir şeydir. Mesela şehir değişikliği sırasında bir sıkıntı yaşamaya başladığınızı düşünelim. Yani bir şehir değişikliği yaptınız ve ardından ruhsal sıkıntılarınız ortaya çıkmaya başladı. Bu durumda belki de geçmiş atalarınızdan birisi yaşadığı bir şehir değişikliği esnasında travmatik bir olaya maruz kalmış olabilir ve bu olayın etkileri tetiklendiği için bugün sizde de görülüyor olabilir. Örneğin Mark danışlarından birinden bahsediyor kitapta ve son derece sağlıklı bir kadınken hamile kalmasıyla beraber birdenbire çok yoğun düzeyde kaygı atakları yaşamaya başladığından bahsediyor. Bu kaygı problemi o kadar ciddi boyutlara ulaşıyor ki artık neredeyse aklını kaybetme noktasına geliyor. Bu vakayla çalışırken Mark bir süre sonra şunu fark ediyor. Bu kaygının esas sebebi kadının sahip olduğu “ya çocuğuma zarar verirsem korkusu” ya çocuğuma zarar verirsem korkusu düşüncesiyle çalışmaya başladıklarında ise şunu görüyorlar bu kişinin yani bu kadının büyükannesi zamanında gençken kendi evladının ne yazık ki ölümüne sebebiyet veriyor, kazara. Bir şekilde evinde mumu yakmaya çalışırken perdeler alev alıyor ve bütün ev alevler içerisinde kalıyor ve o sırada üst katta olan bebeğini ne yazık ki kurtaramıyor. Yani babaannemiz kendi evladına istemeden de olsa zarar verme travmasını yaşamış ve bu travmanın etkileri bu vakada torununa da sirayet etmiş durumda.

Yaşadığınız ruhsal sıkıntılar, bizzat yaşadığınız deneyimlediğiniz ya da şahit olduğunuz, duyduğunuz birtakım travmatik olaylarla yetiştirilme biçiminizle annenizin, babanızın size davranma biçimiyle düşünceleriniz, algılama biçimleriniz, şemalarınızla alakalı değilse ve bunun gibi birtakım sizinle alakalı unsurlarla açıklanamıyorsa ve yıllardır farklı farklı terapi ekolleri denemenizi rağmen bir türlü çözüm bulamıyorsanız. Belki de sorunun kökeni sizde değil de atalarınız da olabilir. Psikolog yazar Mark Wolynn, kalıtsal aile travmanız olup olmadığını anlamak için kendinize şu soruları sorarak başlayabilirsiniz diyor. Yaşamınızdaki her şey bir anda altüst olsa başınıza gelebilecek en kötü şey ne olurdu? Bir düşünün ve cevaplayın. Aslında Mark’ın burada bulmaya çalıştığı şey sizin yaşamdaki en büyük korkunuz. Hayatta başınıza en çok neyin gelmesinden korkuyorsunuz? Bunu görmeye çalışıyor. Bu öyle bir korku ki, çocukluğunuzdan beri sizinle var olan bir korku olsun. En büyük korkunuz ne? Hasta olmak olabilir amaçlarınıza ulaşamamak olabilir, istediğiniz yere gelmeden ölmek olabilir, terk edilmek olabilir. Ne? Bunu düşünün. Bunu düşünürken size yardımcı olabilecek ve bu durum üzerine daha derinleşmenizi sağlayacak birkaç soru daha var. Diyelim ki yaşamda en kötü başıma neyin gelmesinden korkuyorum; Ölmek. Bu cevap sizi belki bir yere götürmeyebilir. O zaman şunu sorun kendinize. Peki diyelim ki ölmek, bunun kötü olan kısmı ne? Yani ölmenin sence korkunç olan kötü olan tarafı ne? Kimisi belki çocuklarımı bir daha görememek diyecek. Kimisi belki çocuklarımın bensiz kalması diyecek. Kimisi belki amaçlarıma ulaşamadan ölmüş olacağım ya da unutulacağım diyecek? İşte bu ortaya çıkan cevaplar bizi çekirdek cümlemize doğru götürecek.

Diyelim ki dediniz ki; Yaşamda benim en büyük korkum hasta olmak. Çocukluğumdan beri bu böyledir. Hasta olmaktan çok korkarım. Ya da işte kötürüm kalmaktan, felç olmaktan, işte bir şekilde bedensel bir sıkıntım olmasından. Peki ardından şu soruyu sorun kendinize. Hasta olmanın ya da bir şekille kötürüm kalmanın sıkıntılı yanı ne? Korkutucu yanı ne? Başkalarına muhtaç olmak. Peki bunun sıkıntılı yanı ne? İnsanlar beni sevmezler. Beni terk ederler. Terk edileceğim. Yalnız kalacağım. Kimse beni sevmeyecek. Bakın bu cümleler çok önemli. Verdiğiniz bu cevapları ben şimdi burada tabii bunların örnek olarak söylüyorum. Siz de bambaşka cevaplar çıkabilir. Bu cevapları kendi kendinize verirken lütfen cümleleri söylerken kendi duygularınıza ve bedensel belirtilerinize dikkat edin. Hangisini söylerken gerçekten de o korkunç duyguyu çok yüksek düzeyde yaşıyorsunuz? Hangi cümleyi söylerken gerçekten de o duygunun içerisine giriyorsunuz? Kendinizi kötü hissediyorsunuz. Bu cümleleri tespit edin ve ardından bu cümleleri yazın. Bu cümleler sizin çekirdek cümleleriniz ve bu çekirdek cümleler sizi çekirdek travmaya götürecek. Örneğin terk edilmek, yalnız kalmak. Genellikle çocukluk çağında anneyle yaşanmış bir travmaya götürebilir bizi. Mesela bir düşünün büyüklerinizi, annenizi, babanızı, babanızın babası, babanızın annesi, anneanneniz, dedeniz. Bunlardan acaba kim terk edildi? Kim yetim kaldı? Kim bu korkuyu yaşadı? Bu korku ilk kime ait? Bunu bulmaya çalışın. Atalarınızdan kim bu cümleyle ilgili? Yani terk edilmek, yalnız kalmak, yetim kalmakla ilgili travmatik bir olay yaşadı ya da işte sizin söylediğiniz o cümleyle ilgili travmatik bir olay yaşadı.

Tabii bu soruların cevaplarını bilemiyor olabilirsiniz. O yüzden aile geçmişinizle ilgili bilgi sahibi olan kişilerden bilgi alabilirsiniz. Annenizle babanızla ya da aile üyelerinizden bu konuya vakıf birileriyle konuşarak geçmiş aile travmalarınızla ilgili olabildiğince bilgi toplamaya çalışın. Bu kişi yani geçmişteki diyelim ki aile travmasını yaşamış kişi dedemiz olsun. Dedemiz yetim kalmış, yetimhanede büyümüş, bu yüzden terk edilmekten, yalnız kalmaktan çok korkuyor. Sizin başınıza gelen sıkıntı ve o sıkıntı öncesinde yaşadığınız yaşam olayı ile o sıradaki koşullar, o sıradaki yaşınız, o sıradaki başınıza gelenlerle daha önceden bu travmatik olayı yaşamış kişinin hayatı arasında bir paralellik ya da bir benzerlik var mı? Bu gibi durumları görmeye çalışın, bağlantı kurmaya çalışın. Aslında Mark Wolynn kitabında bu bağlantıları kurabilmenizi ve farkındalık yaşayabilmenizi sağlayacak çok sayıda soru listesi ve egzersizi sizinle paylaşıyor. Bunun yanı sıra bu travmayı fark ettikten sonra peki bunun etkileriyle baş edebilmek için neler yapabiliriz? Bunu nasıl iyileştirebiliriz? Sorusuna da yine çok sayıda egzersizle cevap veriyor. İlgilenenlere bu kitap okumalarını tavsiye ederim. Tabii bu arada bu bağlantıları doğru olarak kurup kuramadığımızdan emin olabilmek için bu konuda uzman bir kişiyle çalışmak çok daha faydalı olabilir. Kişisel gelişim ve psikoloji ile ilgili çok sayıda teknik ve öneriyi sizlerle paylaştığımız kanalımıza abone olmayı ve bildirim zillerini açmayı unutmayın. Bir sonraki videoda görüşene dek kendinize iyi bakın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir