Dr. Mutluhan İzmir ile Antidepresanları Konuştuk
Efendim merhaba, hoş geldiniz.
Bugün sizlerle beraber çok değerli bir psikiyatri hekimimize,
aynı zamanda psikanalist özelliği de olan bir psikiyatri hekimimizi konuk edeceğiz kanalımızda.
Uzunca süredir videoların altına böyle ilaçlarla ilgili sorular geliyor da ama biliyorsunuz,
psikologların ilaçlar konusunda konuşma yetkisi yok.
Yani bu konuda farmakoloji dersi almış, tıp eğitimi almış, bu konumuz bunu insanların konuşması gerekir.
Bu yüzden bu soruları her zaman cevapsız bırakıp, “Psikiyatri hekiminizle görüşün” diyorum.
Bugün de madem bu kadar çok soru var, o zaman değerli bir hekimimizi konuk edelim.
Ve benim de aklımda olan sorular vardı açıkçası, onları konuşalım istedim.
Sevgili doktor, psikiyatri hekim ve psikanalist Mutluhan İzmir bizimle beraber bugün.
Hocam sizi yorumlarda da belirtmişlerdi bu arada.
Yani “Mutluhan hocayı mı çağıracaksınız?” diye sormuşlardı.
Dolayısıyla aslında bizim takipçilerimiz arasında da tanınıyorsunuz, öğreneyim size.
Çok sevindim. Öncelikle çok teşekkür ederim beni düşündüğünüz için, programınızı da çağırdığınız için.
Çok memnun oldum. Eminim çok güzel bir sohbet yapacağız sizinle.
Rica ederim. Ben kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum bize vakit ayırdığınız için.
Çok vaktinizi almadan hemen sorularımla başlamak istiyorum.
Hocam şimdi ne yazık ki şöyle bir durum var.
Bugün herhangi bir yerimiz ağrıdığında dahi, doktora gittiğimizde bize antidepresan yazılabiliyor.
Yani işte “Sırtım ağrıyor, nedeni bulunamadı. O zaman psikolojiktir.” deyip,
işte o hafif denilen antidepresanlardan biliyorsunuz özellikle SSRI grubu direkt olarak yazılıp başlanabiliyor.
Ve işin ilginç yanı şu, şimdi bir kere hekime gittim, o yazıldı, senelerce kullanmaya devam edebiliyorum.
Yani benim tanıdığım çok insan var. 10 yıl, 15 yıl, hatta 20 yıldır aynı antidepresanı, aynı dozda senelerdir kullanıyor.
Bir daha da doktora gitmemiş mesela. O yazılmış yani, onu devam ettiriyor.
Bunun bir sıkıntısı var mı? Yani şöyle diyelim aslında genel olarak.
Gerçekten bir depresyona ya da aksiyete ya da başka bir tanı olmadığı halde bir antidepresan kullanmanın bir sıkıntısı var mı? Olur mu?
Ve özellikle bunu uzun yıllar devam ettirmenin uzun vadede bize bir zararı olur mu?
Evet, Özlem Hocam, siz de profesyonelsiniz. Bu alanda çalışıyorsunuz.
Vakalarınız, olgular, görüştüğünüz insanların çok yaşadığı şeylerden söz ediyorsunuz aslında.
Ve çevremizde de görüyoruz. Şimdi şöyle bir şey var, ilaçlarla ilgili konuşunca hep olumlu konuşmak gerekir gibi bir hava var Türkiye’de.
Ya ilaçlar hiç eleştirilmemeli, sanki kutsal şeyler gibi.
Şimdi bu böyle değil aslında. Tabii ki hiç ilaç kullanmayalım demiyoruz.
İlaçlar kesinlikle yerinde kullanıldığında eşsiz şeyler. Yani onların yerine hiçbir şey tutamaz.
Ve çok da işe yarıyor. Ben de çok sayıda hastamda ilaç kullanıyorum aslında.
Ama ilaç var, ilaç var. Şimdi psikiyatri ilacı deyince hepsini aynı sepete koyuyoruz.
Bütün dozları aynı hastalıkta kullanılıyor gibi değerlendiriyoruz.
Bunlar aslında çok hatalı şeyler.
Söylediğiniz gibi yeni nesil SSRI grubu ilaçlar, SNRI grubu ilaçlar bunlar çok kolay başlanabiliyor.
Çünkü böyle akut yani ilk günlerde ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, kabızlık falan yapma gibi eski ilaçlar gibi böyle çok aniden çıkan etkileri yok.
Kullanımı birdenbire zorlaştırmıyorlar.
Çok kolay başlıyorsunuz tedaviye. Ondan sonra ama bırakması çok zor oluyor.
Dediğiniz gibi 10 sene, 15 sene, 20 sene kullanıyor insanlar.
Bırakamıyorlar tekrar.
Yani bırakanlar da örneğin işte 1 sene kullanmış, 1,5 sene kullanmış.
Bırakıyor ilacı artık yeter diyor.
Yeterli süre kullandı. Psikiyatrist eşliğinde bazen de çoğunlukla hatta hastalar kendi kendilerine bırakabiliyorlar.
Evet artık bıktım ilaçtan diyerek.
Bir 6 ay bıraktıktan sonra iyi geçiyor.
Ondan sonra bir çökünlük başlıyor tekrar.
Şimdi bu ilaçların yarattığı şöyle bir şey var.
Birincisi sanki bu ilaçlar hiç kaygılanacak bir şey yokmuş gibi hayatta.
İnsanda öyle bir algı oluşturuyorlar.
Öğrencilerde benim sık karşılaştığım şey şöyle.
Kaygı ya da depresyon nedeniyle başlamışlar.
Evet güçlü bir antidepresan vermiş. O da kaygıyı kesmiş.
Ama bu sefer derslerine yönelik hiçbir kaygıları kalmadığı için not ortalamalarında ciddi düşme oluyor.
Genellikle öğrenci kesiminde bu ilaçları kullananlarda bırak nedeni böyle bir aldırmazlık yaratıyor.
E tabi bir antidepresanın aslında umursamazlık, aldırmazlık yaratması tedavi açısından iyi bir şey.
Çünkü depresyonda canınızı sıkacak şeyleri çok fazla düşünüyorsunuz.
Çok yoğun bir şekilde düşünüyorsunuz.
Kafanızdan atamıyorsunuz.
İlacın bu etkisi gerçek depresyonda yararlı oluyor.
Ama kaygı çok daha sık aslında ve kaygı hastalıkları da depresyon olarak tesli edildiği için
gereksiz yere yüksek dozda çok güçlü, etkili antidepresanlar başlanıyor insanlara.
Ve dediğiniz gibi bir yeriniz ağrısa bile bunun psikolojik kökenli olduğu işte
tıbbi testlerde yapılan tetkiklerde hiçbir şey bulunamıyor.
Demek ki psikolojik deniyor.
Çok rahatlıkla başka bölümler tarafından antidepresan başlanabiliyor.
Aslında bunun şöyle bir sakıncası var.
En ciddi sakıncası şu, bu tür antidepresanlara bu şekilde başlamanın.
Şimdi bipolar hastalık biliyorsunuz çok moda oldu.
Herkes kullanıyor bipolar hastalık şeyini.
Şimdi bipolar hastalık teşhisini koyarken şöyle bir algı var.
Sanki mutlaka hipomaniyada mani dönemleri yani aşırı coşku, taşkınlık dönemlerinin
hafif ya da ciddi bir düzeyde bulunması gerekir ki antidepresanı kullanırken dikkatli olalım.
Yani antidepresan ancak o durumda bir bipolar tabloyu tetikleyebilir gibi bir algı var.
Çok ciddi araştırmacılar işte Gaiemi, Akiskal, Kokopulos gibi ismini şimdi saymaya gerek duymadığım
birçok başka araştırmacı klinik çalışmalarında şunu görmüşler.
Bir döngüden ziyade yani mani ya da depresyon döngüsünden ziyade sadece tekrarlayan depresyon
durumu olsa bile mani olmadan bu aslında bir antidepresanın bipolar tabloyu tetikleyebileceğinin kanıtı.
Yani sanıldığının aslında çok daha üstünde bu yeni nesil antidepresanların özellikle tetikleme potansiyeli.
Böyle kontrolsüz, güçlü bir antidepresanı kontrolsüz şekilde uzun süre kullandığınızda
en büyük sakıncası bu oluyor.
Yani hasta ya bipolar bir tetikleme gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Bipolar tablolar da aslında en çok korktuğumuz şeyler eskiden mani depresif diyorduk.
Çünkü hastanın hayatını mahvedebilme potansiyeli taşıyor.
Mani döneminde çok kontrolsüz şeyler olabiliyor.
İşte cinnet haberleri olarak okuyorsunuzdur basından takip.
İşte akrabalarını öldürüyor, komşularını öldürüyor sonra intihar ediyor falan.
Bunlar aslında mani tabloları yani bu cinnet olarak geçen yani çevresine zarar verme,
kendisine zarar verme, intihar etme davranışının en yüksek risk taşıdığı tablo.
Hipomani durumunda yani bu kadar şiddetli olması da aşırı para harcama,
işyerindekilerle ilişkilerinin bozulması, evlilik ilişkilerinin bozulması,
kontrolsüz cinsel davranış, uyuşturucu kullanımı, madde, alkol kullanımı gibi
olumsuz şeylere meyletme davranışını tetikleme açısından o da çok çok sakıncalı.
Yani burada psikiyatri dışındaki hekimler bir kas ağrısını kesmek için özellikle
bir antidepresanı verirken aslında işte hiç yana etkisi yok, ben de kullanıyorum,
kullanın demekle aslında bence çok doğru bir şey yapmıyorlar.
Çünkü o ilacı verdikleri hastayı takip etmedikleri için hipomaniye ya da maniye girdiğini
aylar sonra biz görebiliyoruz.
Onu tedavi etmek çok zor oluyor.
Aylar boyunca yaşadığı o hipomani durumdan ya da mani durumundan dolayı
çok mağduriyet yaşayan insanlar var.
Çok özür dilerim Kesin Hocam ama sanırım mesela belki de ortaya çıkmayacak.
Yani genetik olarak belki var onda ama ortaya çıkmayacakken de ilaç kullandığı için
belki de ortaya çıkması ihtimali var yani.
Evet şimdi bir antidepresanın mani hipomaniyi bipolar tablör tetikleme olasılığı
yüzde beş ile on arasında diye düşünülüyordu ama yeni araştırmalar bunun yüzde elliye kadar
çıktığını gösteriyor.
Yani bir hasta size depresyon ya da aksiyete şikayetleriyle geldiyse özellikle
yenileyen depresyon dönemleri çok ağır olmasa da o hastaya güçlü bir antidepresan tedavisi
başladığınızda onun hipomani mani yaşama olasılığı ilaçla tetiklenmesiyle birlikte
yüzde elli kadar diyorlar ki çok ciddi bir oran.
Bunu yukarıya çıkartan da var yüzde altmış beşe kadar çıkartanlar da var.
Ama yüzde otuz beşin kesinin üstünde.
Bu çok ciddi bir rakam.
Yani kaç yapalım derken göz çıkartıyoruz.
O yüzden ilaçları kullanırken çok dikkat etmek lazım.
Yani ilk günlerde işte bir ilacın ağız kuruluğu görme bulanıklığı falan yapmıyor
olması demek onun yan etkisinin hafif olacağı anlamına gelmez.
Çünkü bipolar tablolar çok sinsi tetikleniyor.
Çok sinsi sinsi şey yapıyor.
Hatta bazen çok içe kapanık işte sosyal olarak becerisi olmayan sakin şey bir insan
çok dışa dönük hale geldiğinde bunu biz yanlışlıkla olumlu bir tedavi olma durumu
olarak da değerlendirebiliyoruz.
Halbuki aslında kontrolsüz bir yere doğru giden ilk adımlar oluyor bunlar.
Yani daha dışa dönük olma daha girişken olma tavırları kontrolsüz giderek kontrolsüzleştikçe
insanlar kendi başlarına bela açacakları bir takım adımlar atabiliyorlar.
Bu yüzden çok çok dikkatli olmak lazım.
Tabi ilaç kullanalım ama dikkatli kullanalım.
Evet çok çok teşekkür ediyorum bunu belirttiğiniz için.
Biz hani geçtik bir hekimin yazmasından ya da psikiyatri dışında bir hekimin yazmasından geçtik.
Bugün reçetesiz satılan o SSRI grubu antidepresanları da insanlar kafalarına göre gidip alabiliyorlar.
Yani depresif hissediyorum.
O zaman hadi gideyim alayım bir tane belki iyi gelir.
Evet evet maalesef komşu öneriyor arkadaşı öneriyor falan çok tehlikeli.
Yani %35 ile %50 civarında siz bu ilaçların etkisi nedeniyle kontrolünüzü kaybedeceğiniz bir dönem yaşama olasılığına sahip oluyorsunuz.
Şimdi şöyle bir sorun var.
Yani anksiyete tabloları aslında depresyondan çok daha fazla görünen tablolar.
Yani 4-5 kat daha fazla görülüyor anksiyete tabloları.
Ama nedense depresyon anksiyeteye göre 3-4 kat daha fazla teşhis ediyor.
Yani bu da şunu gösteriyor.
Anksiyete olan hastalar anksiyete bozukluğuna sahip olan işte obsesi kompsifosun yaygın anksiyete bozukluğu panik bozukluğu gibi tabloları sahip olan hastalar depresyon olarak teşhis edilme eğilimi içinde psikiyatristler tarafından.
Şimdi bu da bir antidepresan ilacın, güçlü bir antidepresan ilacın gereksiz bir şekilde yüksek dozda gereksiz bir süre güçlü bir tedavi olarak kullanılmasına neden oluyor.
Bu da tabi insanların ilaca gereksiz bir şekilde aşırı bir şekilde maruz kalmasına neden oluyor.
Bunların hep tabi olumsuz yen etkileri uzun vadede çıkabiliyor.
Ama işte uzun vadede ve sinsi bir şekilde çıktığı için insanlar ilaçla o durumun bağlantısını çok kuramıyorlar maalesef.
Peki hocam diyelim işte 10 sene 15 sene önce ben bir psikiyatri hekimine gittim ve işte bana bir antidepresan yazdı.
Genellikle işte SSRI oluyor bunlar da o grup oluyor.
Ve ben sonra bir daha gitmedim.
Çünkü belki o antidepresan bana biraz iyi de gelmiş gibi hissettim ve devam ettim.
Fakat aradan yıllar geçti işte 10 yıl geçti 15 yıl geçti ben hala kullanıyorum.
Belki ara ara bırakma denemelerim oldu ama kötü olduğumu fark edince hemen tekrar geri başladım.
Bunun bir zararı var mı?
Yani 10 yıl ve üzeri antidepresan kullanmak efektif mi?
Şimdi bir, bir kere artık o antidepresanın bana bir etkisi var mı?
Çünkü hep aynı dozda devam ediyorum.
İki, uzun vadede vücuduma ya da zihnime bir zararı var mı?
Bununla ilgili…
Hayvan deneylerinde tabii insanda uzun süre ilaç kullanının beyin üzerinde mikroskopik olarak mikro düzeyde nasıl bir etkisi olduğunu tabii saptamak çok zor.
Yani görüntüleme yöntemleri bunu görmemize izin vermiyor.
Ama hayvan deneylerinde örneğin uzun süre SSRI grubu yani seçici serotonin geri alım inhibitörü bir ilaç kullandığınızda serotonin arttırıcı olarak bilinen ilaçlar da var.
Bilinen ilaçlardan kullanıldığında hayvanlarda serotonin üreten beyin hücrelerinde bir azalma olduğu gözlenmiş.
Şimdi bu tabii insanlarda oluyor mu olmuyor mu bu çok tartışmalı bir şey.
Ölüm sonrası yapılan uzun süre antidepresan kullanan insanların ölümünden sonra yapılan çalışmalarda tabii çok aslında fikir verici olmuyor.
Çünkü ölüm sonrasında beyinde nasıl değişiklikler gerçekleşiyor onu kanıtlamanız zor.
Şu anda insanlarla ilgili elimizde şey yok ama hayvan deneylerinde böyle tatsız bir bulgu var.
O yüzden çok uzun süre aynı ilacı kullanmak aslında çok doğru bir şey değil.
Bir de tabii şöyle bir şey var yani beyinde öyle hassas bir denge var ki yani serotonini arttırıyoruz.
Arttırmak için bir ilaç veriyoruz ama beyin oturup onu öyle pasif şekilde seyretmiyor.
Ya beyin o dengeyi serotonin dengesini hassas bir şekilde kurmuş olduğu için ilaçtan önceki dengeye ilacı verdikten 3-4 hafta sonra tekrar geri dönüyor.
Yani siz aslında belki en fazla 3-4 haftalığına serotonin etkisini arttırıyor olabilirsiniz.
Ama beyin o artan etkiyi nötralize etmek için eski duruma dönmek için bu sefer kendi mekanizmalarını kullanarak onu engelliyor.
Yani o etkiyi azaltıyor. Nasıl yapıyor bunu?
Örneğin şöyle en basitinden serotonin salgılayan hücrenin karşısındaki hücre yani serotonini alıp serotonin cevabı oluşturacak hücredeki bağlanma yerlerinin sayısını azaltıyor.
Siz serotonini birden 3’e çıkarttınız diyelim ilaçla o da bağlanma yerlerini 3’den 1’e düşürüyor.
Sonuçta yine aynı dengeye oturuyorsunuz serotonin etkisini arttırmış olmuyorsunuz.
Zaten son çalışmalarda depresyonla serotonin düzeyi arasında kanıt olarak varsayabileceğimiz hiçbir şey bulunamadığı ortaya koydu.
Çok ciddi bir yayın çıktı 2 sene önce Nature’a bağlı bir dergide. Çok ciddi bir dergidir.
Çok geniş bir araştırma yapmışlar. Şu ana kadar yapılan bütün çalışmaları gözden geçirmişler.
Hiçbir kanıt yok serotonin düşüklüğü ile depresyon ya da aksiyet arasında hiçbir kanıt yok.
Ama ilaçlar bir şekilde serotonin yükseltici ilaçlar doğru kullanılırsa bir şekilde işe yarayabiliyor.
Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama galiba.
Bilmiyoruz, evet Özlem Hocam. Onu kimse bilmiyor.
Çok dikkatli kullanırsanız o ilaçları çok da abartmadan uzun süreç yapmadan o insanın depresyon, aksiyete gibi sorunlarını çözebiliyorsunuz.
O durumdan çıkmasına yardımcı oluyorsunuz.
Ama bu bir şeker hastalığının ya da başka bir hastalığın tedavisi gibi bir şey değil.
Bir etki yapıyorsunuz. Örneğin ateşiniz çıktı diyelim. Ateş düşürücü alıyorsunuz değil mi?
Ateş düşürücü aldığınızda ateşi yükselten etkeni ortadan kaldırmış olmuyorsunuz.
Biz de serotonin yükselterek muhtemelen böyle bir şey yapıyoruz.
Ateş düşürücü ilaç kullanmak gibi oradaki etkeni yok etmek yönünde değil, ateşi düşürerek insanı rahatlatma yönünde bir etki yapıyoruz.
O noktada ilaçlar o insanın psikoterapi alırken uygulanan psikoterapi tedavisinden daha iyi yararlanmasına bir olanak da sağlıyor.
Normal yaşamına geri dönmesini sağlıyor. Bunlar iyileşmeyi destekleyen faktörler oluyor.
Ama bir hastalık var da onu tedavi ediyor değiliz yani.
Şimdi tam da onu soracaktım. Siz ben sormadan cevapladınız. O zaman aslında çoğu psikiyatrik ilaçların, şöyle diyebilir miyiz,
psikiyatrik ilaçların pek çoğu tedavi etmekten ziyade belirtileri düzenlemekte kullanılıyor aslında grip ilaçları gibi.
Kesinlikle öyle. Kesinlikle öyle. Ağrı kesici gibi, ateş düşürücü gibi, grip ilaçları gibi aslında rahatsız eden belirtileri ortadan kaldırıyor.
Yani bir antidepresan verdiğinizde bir hastaya depresyonun nedeni olan bir hastalık var da beyin de onu düzeltiyor değilsiniz.
Böyle bir algı yaratıldı. Sanki orada bir hastalık var ve bu hastalık serotonini düşürüyor, biz de bu ilaçla onu düzeltiyoruz.
Öyle olsaydı tabii çok kolay olurdu her şey maalesef yani.
Bu durumda aslında psikoterapi artık belki psikiyatri hekimi ve psikoterapi bir arada çok daha etkili sonuçlar aldırıyor.
Evet. Yani bunun depresyon dediğimiz şeyin organik bir zeminden ziyade psikolojik olarak altyapısını hazırlayan bir takım sorunları ortaya koymak,
hatta sosyolojik olarak toplumsal bir takım faktörleri düzeltmek, örneğin insanların evlerinden çıktıklarında işlerine yürüyerek
ya da bisikletle gitmelerini sağlayan bir şehirleşme olanağı sunuyorsanız orada daha az depresyon ama ansiyeteye rastlanıyor.
Yani insanlara o bile yetebiliyor, olumlu bir faktör olarak şey yapabiliyor, etki edebiliyor.
Evet, evet. Yani zaten bu en sık yazılan etken maddesini söyleyeyim içeriği sertralin olan ilaçlarla ilgili yapılan bir çalışma vardı hatırladığım kadarıyla.
Bir grup sadece ilaç alıyorken diğer grup depresyon hastalarında hareket ediyor.
Yani yarım saat böyle hareketli bir aktivite yapıyor ve hareketin de örneğin yürüyüş gibi, hafif tempolu yürüyüş gibi bir hareketin de
en az o antidepresanlar kadar faydalı olduğunu gösteren bir çalışma olduğunu hatırlıyorum.
Çok eski bir çalışma ama öyle bir çalışma vardı.
Peki hocam antidepresanını bırakmaya, tabii bir hekimle bırakılması gerekiyor.
Bu arada yani şimdi bunu izleyen benim en büyük korkularımdan biri size de belirtmiştim.
Bunu izledik, aa tamam hemen bırakayım değil yani mutlaka bir hekimle birlikte görüşerek onun önerileriyle
çünkü acaba siz hangisini kullanıyorsunuz, ne dozda kullanıyorsunuz, tabii ki bunların hepsinin önemi var.
Aman deyip sakın böyle bir şey yapmayın diyeyim izleyen kişilere ama bırakan kişilerde çekilme belirtileri dediğimiz bazı belirtiler oluyor.
Bunlar nelerdir ve ne kadar sürer? Yani buna kişi tahammül etmeli mi?
Ne kadar tahammül etmeli bu belirtiler genellikle neler olur?
Bir antidepresanı bıraktığımızdaki o çekilme belirtileri.
Evet yani genellikle bu yeni nesil ilaçların dozları çok düşük görünüyor.
20 mg, 10 mg, 50 mg falan. Şimdi insanlara bunlar düşük dozlar gibi geliyor ama şimdi bakın bir ilacın bağırsaktan emilmesi,
karaciğerden geçmesi, beynine ulaşması hep aşama aşama o ilacı elimine edilmesi yani vücuttan atılmasıyla sonuçlanan süreçler.
Yani bir ilacı 100 mg verdiğinizde işte yarısı belki bağırsaktan emilebiliyor, karaciğerde onun da yarısı elimine ediliyor falan.
Beyne işte 1 mg’a ulaşabiliyor.
Şimdi yeni ilaçlar karaciğerde metabolizasyonları çok daha şey arkasından yüksek dozda geçebiliyorlar, beyne daha çok ulaşabiliyorlar.
Aslında düşük dozda görünmesine rağmen örneğin 10 mg’lık bir tabletteki ilacı verdiniz,
o 100 mg tableti olan bir ilaçtan daha fazla beyne ulaşıp,
beyninde çok daha spesifik özel bölgelere bağlanarak çok daha güçlü bir etki yapabiliyor.
Şimdi bu güçlü etkinin sonucunda o ilacı bıraktığınızda söylediğiniz gibi çekinme belirtileri ortaya çıkabiliyor.
Bu işte kafada elektrik çarpması hissi, baş dönmesi hissi, çarpıntı, yoğun bir kaygı, uykusuzluk ya da aşırı uyku hali,
bayılacakmış gibi olma, terleme, depresyon belirtileri, ansiyete belirtileri, yani bakın bir antidepresan ilacı bıraktığınızda
yoksulluk belirtileri arasında çok daha şiddetli bir şekilde depresyon ya da kaygı yaşama gibi belirtiler de var.
Evet.
Bunlar tabi ilacı bırakmayı engelleyen etkiler yapıyor.
Bırakamıyorlar yani bunları çok yaşadıkları için mesela çok yoğun elektrik çarpması hissiyle böyle ismini vermeyeceğim bir ilaç var.
Paroksetin yani içeriği, içi.
Evet, onu soracağım size zaten.
Şimdi biz seyircilerimizin büyük bir kısmı kaygı bozukluğu yaşayan kişiler ve biliyorsunuz kaygı bozukluğunda çok yoğun bir şekilde
paroksetin etken maddesi olan ilaç kullanılıyor, ilaçlar.
Denge kaybı hissi, bayılacak bir şekilde olmak, yoğun bir panik hissi, korku hali, paroksetin de benlafaksin de bunlar iki,
bu iki ilaç zaten dediğiniz gibi ansiyete bozukluklarında, sosyal fobide falan çok kullanılan ilaçlar.
Şimdi bu belirtler aniden ortaya çıktığı için ilaç bırakmayı da engelliyor.
Çok dikkatli bırakmak lazım bu ilaçları yani paroksetin kadar benim ilaç azaltma ve bırakma konusunda zorlandığım başka bir ilaç yoktur.
Hakikaten çok çok zor oluyor.
Diğer ilaçlar da biraz daha şey ama ben şöyle yapıyorum, eski nesil ilaçların yardımıyla onlara katarak çünkü sadece eski nesil bir ilaçla kaldığınızda onu kesmek daha kolay oluyor.
Ama onu eklemeden yeni nesil ilacı doğrudan bırakmaya başlamak, bırakmaya çalışmak çok çok daha zor.
Yani yeni nesil ilacın dozunu azaltırken eski nesil ilacı onun çekilme belirtilerini azaltacak şekilde kullanıyorum ben.
Sonra yeni nesil ilacı bıraktıktan sonra eski nesil ilacı bırakma aşamasına geçildiğinde o kısmı çok daha kolay oluyor.
Onu dozunu azaltarak çok daha kolay bırakıyorsunuz.
Şimdi benim genellikle tercih ettiğim ilaçlar örneğin anti-CT durumunda böyle anti-CT bozukluğunda paroksetin gibi güçlü bir ilaçtan ziyade eski nesil ilaçları çok daha düşük dozda kullanmak.
Ya da eğer yeni nesil ilaç kullanacaksam mutlaka piyasada tabletlerinde bulunan dozlarda değil de onu bölerek çok daha düşük dozlarda başlıyorum.
Çünkü ilginç bir şekilde örneğin 10 mg tablete sahip olan bir ilacı 1 mg verdiğinizde bile klinik olarak çok büyük düzelmeler görebiliyorsunuz.
Ama 10 mg verdiğinizde o ilacı kesmek çok zor oluyor ama 1 mg kullanıp 3 ay sonra kesmek çok daha kolay oluyor.
Mesela damla formları var ya da o tableti bölebiliyorsunuz.
İşte 2’ye, 3’e, 4’e bölerek kullanma şeklinde.
Tabi bunlar depresyon için üretilen ilaçlar olduğu için ama genellikle depresyon olarak tesis edilen anti-CT bozuklukları bizim karşımıza geldiği için düşük dozlar etkili oluyor o nedenle.
Evet, evet doğru. Zaten çünkü asıl mevzu anksiyete.
Hocam öyle bir çağda yaşıyoruz ki zaten yani anksiyetesiz yaşamak mümkün mü diye düşünüyorum bazen.
Çünkü bundan işte birkaç yıl öncesine kadar sizinle de konuşmuştuk yayına başlamadan önce.
Ben de İstanbul’da yaşıyordum ve çok yoğun, çok böyle hakikaten tüketim ve rekabetin dediğiniz gibi çok yoğun olduğu ve İstanbul gerçekten öyle bir yer ki orada yaşayan izleyicilerimiz de katılacaktır bana.
Hayatta kalabilmek için biraz orman kanunları gibi işlemek zorunda.
En basitinden metrobüs beklerken geldiğinde binebilmek istiyorsan hızlı olmalısın ve kaba olmalısın.
Yani böyle milleti ittire ittire yani böyle koşullara bizi mecbur bırakan bir sistemin içerisinde yaşıyoruz.
Ve sizin çok güzel bir yazınız var.
Tavuklar neden depresyonda var? Başlıklı diye hatırlıyorum.
Evet, evet.
Orada da belirttiğiniz gibi yani insanlık dışı koşullarda bazen yaşadığımızı düşünüyorum.
Özellikle büyük şehirlerde ve o yoğun koşturmanın içerisinde.
Yani bir insan böyle bir durumda depresif olmasında işte anksiyete kaygı yaşamasında ne yapsın yani?
Çok doğal değil mi?
Çok katılıyorum.
Yani insanın doğal yaşam biçimi aslında çok çok daha yavaş.
İnsanı mutlu edecek bir yaşam biçimi yavaş bir yaşam biçimi aslında.
Şimdi İstanbul’daki o hızlı rekabetçi, insanların birbirine itip kalktığı, birbirinin önüne geçmenin meziyet sayıldığı o yaşam biçimi sanki olumlu bir şey gibi anlatıyor.
Geçenlerde biri video doldurmuş bu konuda.
İşte İstanbul’da herkes savaşır gibi yaşıyor, çok canlılık var.
Ankara’da her şey donmuş gibi.
İzmir’de de herkes eğlence içinde.
Şimdi bakın o donmuş gibi dediğiniz hayat aslında Avrupa’ya gittiğinizde insanların mutlu yaşadığı, uzun yaşadığı şehirlerdeki yaşam biçimi aslında.
Evet sağol.
Fakat bize öyle bir pompalanıyor ki okul çağımızdan itibaren hocam.
Dışa dönük olmalısın.
İçe dönükler mesela şey yapılır değil mi?
Yani sosyalizasyon sürecimizde kültürel olarak da bize hep dışa dönük olmalısın, atak olmalısın.
İçe dönüksen tırnak içinde eziksin.
Haklarını evet koruyacaksın, tamam haklarını koru ama haklarını korumakla kabalık karıştırılıyor mesela.
Son derece kibar olup yine haklarını da koruyabilirsin aslında.
Bu bize öğretiliyor ve sonuçta bizler vahşi ve bununla gurur duyan tiplere dönüşüyoruz.
Ve sonuçta da aslında bu bizim özümüzle çok da uyum sağlamadığı için eninde sonunda bir nevrotik bir duruma karşı karşıya kalıyoruz.
Kesinlikle.
Belki bazılarımız çok başarılı oluyor, işte çok evet statüs sahibi oluyor, çok paralar kazanıyor ama bunun bedelini kendisi olmamakla ödüyor aslında.
Bravo.
Farkında değil.
İnsanlar kendisini kaybediyor tabii o hızlı yaşam biçiminde.
Yani insanın doğası aslında bu kadar hızlı, rekabetçi, birbirinin önüne geçmeye çalışan bir hayat biçimine uygun değil.
Şimdi insanın doğası açık konuşmak gerekirse tembel bir doğa yani tembelliğe yatkın.
Şimdi insanlar sürekli İstanbul’da özellikle bir şey üretmek için bir şeyler yapmak için sürekli koşturulmaya itiliyorlar.
Sizin söylediğiniz gibi, tarif ettiğiniz gibi hiç boş vakit kullanmayacaksınız.
Sürekli oradan oraya oradan oraya koşturacaksınız, sosyal ilişki şey yapacaksınız, üreteceksiniz falan.
Evet belki birkaç kişi öne geçiyor, meşhur oluyor, çok para kazanıyor ama önemli olan toplumun genelinin mutlu olması.
Yani mutsuz olan bir toplumda tek tük birkaç insanın başarılı olması aslında bir başarı hikayesi değil.
Bunu biz başarı gibi pazarlıyoruz.
İşte dışa dönük olacaksın, sosyal olacaksın falan.
Yani sosyal ilişkileriniz çok arttıkça insanlar da kendilerini tanıyamaz hale geliyorlar.
Aslında daha yavaş, daha az hızlanmış bir sosyal ilişki içinde, daha yavaş ilerleyen bir yaşam biçimi içinde insanlar kendilerini çok daha mutlu, huzurlu ve güvende hissediyorlar.
Ve kendileriyle aralarına mesafe girmek için kendilerini kaybetmiyorlar.
Maalesef şimdiki yaşam biçimi bu yönde yanlış bir yönde insanları teşvik ediyor.
Onun için bunların da sorgulanması lazım ve bazen de ilaçları hakikaten insanları böyle hızlandırmak için kullananlar da var.
Yani işte çok tembel yaşıyorsun, o kadar işte iki üç arkadaşın var sadece, niye gidip şey yapmıyorsun?
Sanki her akşam farklı bir grupla, farklı bir sosyalleşme içinde olmanız gerekiyormuş gibi.
Bu normal tanımını kim yapıyor ben çok merak ediyorum.
Bu insanın doğasında tamamen aykırı bir şey.
Evet, kapitalist sistemin aslında normal tanımını, anormal tanımını yapması ve bizi üretimi arttıracak şekilde, tüketimi de arttıracak şekilde güdülemesinden başka bir şey değil gibi geliyor bana.
Çünkü onların işine yarayacak türden kişisel özellikler normal, diğerleri anormal şeklinde etiketlendiğinde hepimiz o şekilde olmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Peki hocam, özellikle şimdi siz söyleyince de yine aklıma geldi, soru listemde de vardı ama gençler arasında, özellikle öğrenciler arasında çok fazla odaklanmayı arttırıcı, dikkati arttırıcı ilaç kullanımını görüyoruz.
Buna özeniyorlar hatta, yani ya acaba kullansam mı, derslerde daha başarılı olurum, sınavlarda işte daha iyi not alırım diye düşünerek, hatta bazıları ailelerini zorluyorlar.
Beni doktora götürün, bana ilaç yazsın, odaklanmayı arttırıcı.
Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz, sizin fikriniz nedir?
Yani bu hakikaten dikkat sanki şöyle bir algı oluştu, odaklanma ve dikkat sorunu yaşayan biri varsa bunun tek nedeni hastalıkmış gibi düşünülüyor.
Halbuki dikkati ve odaklanmayı bozan yüzlerce neden var.
Hastalık bu nedenlerden biri belki de en seyrek karşılaşılanı.
Yani bilirsiniz bu dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, işte ADHD olarak İngilizce size kısaltılıyor, DHB olarak Türkçe’de şey yapılıyor.
Aslında nöro gelişimsel bir bozukluk, nöro developmental disorder yani otizm spektrumuyla birlikte.
Yani doğumsal bir hastalık, bu durup durup böyle.
Örneğin işte bugün mesela bir genç insan geldi, üniversite öğrencisi, ilk binde kazanmış üniversiteyi, bakın sayısalda ilk bine girmiş.
Ve son sınıfta şimdi kendisinin ADHD olduğunu düşünüyor.
Yani bu doğuştan kalça çıkı olan bir insanın 20 yaşına kadar atletizm takımlarında işte mahallenin en hızlı koşan kişisi olup ondan sonra 20 yaşında koşamama nedenini doğuştan kalça çıkığına bağlaması gibi bir şey.
Yani bu böyle, bu kadar geç çıkmaz.
Yani tabii ki teşhis edilemeyen vakalar oluyor, onlar erişkinlikte teşhis ediliyor falan.
Ona katılıyorum ama çok başarılı ilk bine girmiş bir insan 20 yaşında ADHD olmaz, bu sonradan gelişen bir hastalık değil.
Bu gerçekten bir moda oldu.
Şimdi onun yanına işte bir takım davranış şeyleri de eklemişler.
İşte dikkatiniz eksikse, işte erteleme davranışı yapıyorsanız, şunu şöyle yapıyorsanız, bu.
Bunlar da işte erişkinlik ADHD’nin ya da normal ADHD’nin belirtilerinden biridir.
Artık sizden, bizden yani psikiyatristlerden ilaç tarek edecek şekilde geliyor insanlar.
Teşhisini kendisi koymuş ve bana şu ilacı yazın.
Google doktorları, evet.
Evet, Google doktorları.
Yani tabii Google’dan bilgi edinmek aslında çok kötü bir şey değil.
Ama teşhis koyup bir ilaç için doktora baskı yapmak çok yanlış bir şey.
Yani burada aşırı teşhis var.
Bu konuda dünyada birçok araştırmacı, hemfikir zaten.
Yani işte ben öğrenciyken, 1983-84 yılında 100 binde 3-4 olan rastlanma sıklığı,
şimdi yüzde 15’e çıkartan çalışmalar yayınlanıyor.
Yani bir hastalık 40 yıl içinde bu kadar böyle 100 kat, 200 kat, 300 kat artamaz.
Yani bunun özellikle böyle bir beyin hastalığının, hani eskiden az teşhis ediliyordu diyelim.
Hatta iki kat artar, üç kat artar ama yani 100 kat artış bir hastalıkta bunun bir şeyine…
Evet, aşırı teşhis.
Zaten kime sorsam ben de EHB’liyim işte diyorum.
Evet.
Aslında bununla ilgili benim de bir videom var ve altına şu açıklamayı ekledim.
Yani çocukluktan itibaren bu özellikleri gösteriyor olmanız lazım.
Yani ben çocukken işte bu belirtiler yoktu ama 20 yaşında çıktı.
Değil yani varsa eğer senin… O zaman başka bir şey ol.
Yani DHB değil de belki başka bir şey.
Eğer DHB ise senin çocukluğunda da hani bir farklılık vardır.
Bunu fark etmiştir öğretmenin, annen, baban, sen yani.
İllaki bir belirtileri vardır ama tabii önceki zamanlarda hekime götürülmeyen
ama işte gerçekten de DHB olan pek çok kişi var.
Var.
Teşhis alamamış, yetişkinlikte teşhis almışlarda var.
Evet.
Peki hocam hangi tanılarda ilaç olmazsa olmaz?
Psikozda ilaç şart yani psikoz grubu hastalıklarda buna manik depresif yani şimdi bipolar denilen grup da dahil.
Çoğunlukla psikoz grubunda ya da bipolar hastalıklarda ara dönemlerde yani hastalığın alevli olmadığı dönemlerde koruyucu ilaçlar kullanılıyor.
Yani bu tür koruyucu ilaçlarını kesmeleri tekrar hastalığın ortaya çıkmasını tetikleyebilir.
Aman yani ben hep bana şey diyorlar, hocam siz ilaca karşıymışsınız.
Ben diyorum ki yani ben tıp vakit resmi mezunuyum.
İlaca karşı olmak mümkün mü?
Böyle bir şey mümkün olamaz ama bir hekimin ilk görevi ilacın doğru yerde kullanılması
ve gerekiyorsa o ilacın kullanılmasını teşvik etmektir.
Yani bu psikoz grubu hastalıklarda aman yani psikiyatristleri önermeden kesinlikle ilaçlarını kesmesinler.
Çünkü ya psikoz şiddetleniyor ya da maniye, hipomaniyeye giriyorlar.
Özellikle bahar ayları çok riskli.
Eğer lityum ya da başka duygu durum düzenleyicisi, valkrot gibi antepileptikler de kullanılabiliyor.
Duygu durum düzenleyicisi olarak bunları koruyucu olarak kullanıyorlarsa ömür boyu kullanılması mümkün olabiliyor bu tür ilaçları.
Yani bu ilaçları kesmenin yolu yok.
Yok işte beslenme yoluyla kesmek yok, psikoterapiyle falan.
Hiçbir yolu yok.
Yani şu anki bildiğimiz teknolojik şey düzeyde, tıbbi bilgimizle bunların yerini tutacak, ilaçların yerini tutacak ne bir beslenme biçimi, ne bir psikoterapi şeyi hiçbir şey yok.
Baştan önce bunlar ömür boyu kullanılabiliyor.
Evet.
Bunlara dikkat etmek lazım.
O zaman şimdi izleyicilerimizden gelen sorular da vardı.
Bunlardan bir tanesi, bipolar bozuklukta remisyon sağlandıktan sonra tedavi ilaçsız devam etmek mümkün mü diye sormuştu.
Bu durumda buna cevap almış olduk zannediyorum.
Orada şöyle bir şey var hocam, şunu söyleyeyim.
Bipolarda şöyle bir şey var.
Konuşmamızın başında belirttiğim gibi birçok bipolar tablo aslında antidepresan kullanımıyla tetikleniyor.
Şimdi eğer bipolar tablo kentliğinden ortaya çıkmışsa, hiçbir tetikleyici etken olmadan, kentliğinden ortaya çıkmışsa evet onu da ömür boyu kullanmak lazım.
Ama bir tetikleyici faktörü belirlemişseniz, örneğin bir takım maddelerin kullanımı, antidepresan tetiklediyse, uyarıcı başka bir madde, kortizom falan.
Bu maddeleri ortadan kaldırdığınızda, elimin ettiğinizde ve ömür boyu kullanmazsa o zaman ilaçsız yaşama şansları var.
Ama bunun ayrımını bir psikiyatristin yapması lazım.
Bütün bipolar hastalar ilaç kesebilir anlamına gelmiyor bu.
Ama birçoğunda dikkatli bir teşhis ve hikaye alma sonucunda, psikiyatrist buna kanaat getirirse ilaçları yavaş yavaş kesme yoluna gidebilir.
Tetikleyici ilacı ya da maddeyi onun hayatından çıkarttığınızda artık ondan sonra ilaç kullanmadan yaşama şansları var o tür bir bipolar hastalara.
O zaman hekim karar verirse olabiliyor.
Peki, bir soru, şimdi size izleyici sorularına geçiyorum hocam artık.
Şöyle bir soru gelmiş, depresyon, anksiyete ve sosyal fobi üçlüsüyle baş eden birisinin, üçünü birden yaşıyor.
Antidepresyon kullanmadan iyileşmesi mümkün mü demiş bir izleyicimiz.
Yani şöyle bakın, en çok depresif hissettiren şey kaygıdır aslında.
Depresyonun en önemli belirtisi anhedonidir bilirsiniz, hiçbir şeyden keyif alamamak.
Kaygılı bir insan hiçbir şeyden keyif alamaz.
Yani kaygı o kadar sık görülen ve bizim keyif almamızın önüne geçen, o kadar sık rastlanan bir etken ki, kaygıyı kaygı gidericilerle antidepresan kullanmadan tedavi ederseniz aslında depresif belirtiler de ortadan kalkıyor.
Ama bu depresyonu tedavi ettiğiniz anlamına gelmiyor.
Tabi oradaki o keyif alamama durumu, depresif görüntü o hastalığın depresyon olarak teşhis edilmesine neden olmuş olabilir.
Ama aslında o depresyon değil kaygı bozukluğudur.
Kaygı bozukluğunda kaygı giderici ilaçlarla, ansiyotiklerle tedavi ettiğimizde depresyon durumu ortadan kalkıyor.
Bu durumda antidepresan kullanmadan tedavi etmiş olabiliyorsunuz.
Düşük doz antipsikotikler de verilebilir, duygu durum düzenleyiciler de verilebilir.
Şimdi zaten o ilaçları daha kolay bırakabildiğiniz için güçlü bir antidepresanla tedaviye başlamama şeyini o yüzden ben hep tekrarlıyorum.
Bu aslında herkesin aklında olması gerekiyor.
Aslında yine aynı noktaya geliyoruz.
Şimdi her rahatsız edici duyguyu depresyon olarak etiketleme eğilimindeyiz.
Halbuki depresyon bambaşka bir tablo.
Yani şimdi depresyondayım işte şarkıları bile var ama hani öyle bir şey değil.
Yani topluma baktığınızda çoğumuz depresif hissediyoruz.
Evet bunun içinde haklı sebeplerimiz var.
Fakat gerçek depresyon hastaları toplumun belki de yüzde kaçıdır?
Yüzde beşi midir? Onu mudur? Artık bilemiyorum.
Onu siz daha iyi bilirsiniz.
Gerçekten yani tanısı depresyon olması gereken kişi sayısı çok daha azken böyle kendini kötü hisseden hatta belki de yaşam koşullarından da kaynaklı.
Başlı başına zaten hani bu ülkede yaşamak oldukça zor bir şey.
Yani bunlardan da kaynaklı belki kişi depresyon değil aslında.
Depresif hissediyor büyük bir olasılıkla geçici bir durum.
Ama depresyon teşhisi alıyor bir şekilde. O zaman da tabii ki ilaç doğru yerde olmadığı için ya fayda sağlamıyor ya da uzun vadede etkileri oluyor dediğiniz gibi.
Çünkü biliyoruz ki öyle depresyon hastaları var ki yataktan dışarı çıkamıyor.
İşte uzun tekrarlayan durumları oluyor.
Hani bu yanlış anlaşılmasını konuştuklarımız gerçekten depresyon dediğimiz bir hastalık da var.
Ama bu sizin çoğunuzun muhtemelen depresyon dediğimiz şey değil. Başka bir şey yani.
Çok doğru, çok haklısınız. Katılıyorum tamamen.
Peki hocam antidepresan veya dikkat ile ilgili dikkat toplayıcı ilaçlar çocuk yapmadan ne kadar süre önce bırakılmalıdır demiş bir izleyicimiz.
Yani hamile oldukları anladıklarında yavaş yavaş bırakılırsa bir sakıncası olmaz.
Yani ne zaman hamile kalınca belli olmuyor. Hamile kalındı öğrenildikten sonra da bırakılsa bir sakıncası olmuyor.
Ha güzel. Yani öncesinde ille de bırakmasına bu durumda şart değil.
Antidepresanlar açısından bu böyle.
Ama bipolar için kullanılan epilepsi ilaçlarını biraz daha erken yani hamile kalmadan önce bırakmak gerekebilir.
O konuda doktorlarıyla temas içinde olmalarında fayda var.
Çünkü bazı antidepresan ilaçlar erken dönemlerde de etki yapabiliyor.
Ya da lityum kullanıyorlarsa onlar erken dönemlerde etki yapıyor.
Ama antidepresan olarak bildiğimiz ilaçlar ilk bir iki ay içinde şey değil kesilselerde sakıncası yok.
Fırsat kilo aldırır mı demiş birisi.
Aldırabiliyor evet. Yani kullananların yüzde 15’inde kilo verdirir ama yüzde 35-40’ında kilo aldırıyor.
Uzun vadede bütün antidepresanlar aslında kilo aldırıyor.
Son bir sorum var hocam. Şimdi ilaçsız bir takım yöntemler var. TMS gibi işte TDCS var şimdi son dönemde moda.
İşte Transcranial Direct Current Stimulation gibi bir açılımı var zannediyorum.
Yani bir şekilde kabaca ifade edersek eğer beyne düşük dozlarda elektromanyetik dalga gönderen cihazlarla bir takım uygulamalar yapılıyor.
Ve hatta bunun işte bu tDCS cihazının ev tipleri bile çıkmış atılıyor hatta.
Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bunlar sizce nasıl teknikler işe yaradığını gördünüz mü sizin kendi danışanlarınızdan?
Yani bununla ilgili yapılmış bilimsel çalışmalar da var.
Hatta Nature’da geçen ay, Ekim ayında ekim 2024’te Nature’da yayınlanmış.
Ev tipi tDCS cihazıyla majör depresif bozukluk üzerinde etkili sonuçlar alındığı görülmüş. Ne düşünüyorsunuz?
O yayınları ben de okudum. Çok umut verici sonuçlar. Ama tabii benim henüz çok bunları deneme şansım olmadı.
Yani çok yaygın değil şu anda bu aletler. Yaygınlaştıkça tabii hastalarımızın verdiği tepkileri göreceğiz.
Ama iyi vaka seçilirse yani doğru vaka seçilirse çok yararlı olacak gibi duruyor bunlar.
Yani ilaçsız bir tedavi yöntemi, yeni bir tedavi yöntemi karşımıza çıktı. Böyle bir çeşitlenme olacak gibi bizim için de güzel bir şey tabii yani.
Umarım yani gerçekten çok umut verici. İyi bir haber olarak kenara koyalım.
Tabii şu anda zannediyorum yan etkileri uzun vadede ne olur ne olmaz olur mu olmaz mı?
Onu bilemiyoruz herhalde. Uzun vadede görülecek.
Yani dikkat yastığı seçmek lazım. Yani bir psikiyatristin gözetiminde yapılması da fayda var tabii şu tedavilerin.
Evet tabii. Çok teşekkür ediyorum hocam.
Ben teşekkür ederim.
Epey bir soru bombardımanını tıktık siz ama yardımcı oldunuz. Eklemek istediğiniz bir şey varsa alabilirim.
Çok teşekkür ederim. Size de mutlu günler, iyi çalışmalar dilerim Özlem Hocam. Sağ olun bu fırsatı verdiğiniz için bana.
Rica ederim. Ne demek. Ben tekrar yine teşekkür ediyorum. Bize vakit ayırdığınız için ve aklımızdaki soruları cevapladığınız için.
Hep soruyordunuz ilaçlarla ilgili sorular. Yönelttik bir kısmını hekimimize ve gerçekten çok önemli konulara değindiğimizi düşünüyorum.
En azından artık kendi kendimize böyle ilaca başlayalım, bırakalım gibi şeylere yönelmeyiz umarım diye ümit ediyorum.
Gerçekten hiç tahmin edemeyeceğimiz türden yan etkileri ortaya çıkabiliyor.
Lütfen bu konularda bir hekimle görüşerek, hekimle birlikte karar vererek ilerleyelim.
Herkese izlediği için teşekkür ediyorum. Ekstra sorularınız olursa lütfen yorumlarda bizimle paylaşın.