BU İNSANLAR NE İSTİYOR? NEDEN BÖYLE DAVRANIYOR?
İnsan sosyal bir varlık ve kendini diğerlerinde anlamlandıran ve var eden bir varlık. Bu yüzden de her gün sokakta, işyerinde, evde sürekli birbirimizle iletişim halindeyiz. Birileriyle iletişim halindeyiz ve bu iletişim içerisinde bazen karşı tarafı anlamadığımız, anlayamadığımız, bazen onların bizi anlayamadığı ve çatışma yaşadığımız durumlar oluyor. Eğer insanın yapısına, biyolojisi, psikolojisini hatta sosyolojisini biraz daha bilirsek onu daha fazla anlamaya başlarız. Daha fazla anlamaya yaklaşırız. Dolayısıyla daha az çatışma yaşarız. En güzeli de daha önemlisi de daha anlayışlı oluruz. Mevlana’nın da dediği gibi bilmek, anlamaktır, anlamak, af etmektir. Eğer kişinin o sırada o davranışı neden yaptığını, o davranışın altında yatan ihtiyacı bilirsek onlara karşı daha anlayışlı olabiliriz. Peki ama ne istiyor? İnsanoğlu neden böyle davranıyor? Tabii ki kısa bir videoyla bunu açıklayabilmek çok mümkün değil. Ancak ben vaktimiz elverdiğince, psikolojik açıdan, birkaç noktadan sadece bahsedebileceğim size. Zira insanı anlayabilmek için sadece psikoloji değil, biyoloji bilmek gerekiyor.
Sosyoloji bilmek gerekiyor, antropoloji bilmek gerekiyor. Gerekiyor da gerekiyor. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Ama psikolojik açıdan baktığımızda insanoğlu doğduğu andan ölünceye kadar bir tane sorunun cevabını arar ve bu soru o kadar yaşamsal, o kadar temel bir sorudur ki.
Eğer bu sorunun cevabını yeterince sağlıklı biçimde alamazsa, çevresiyle ilişkilerinde ve kendisiyle olan ilişkisinde problem yaşamaya başlar. Peki nedir bu soru? Bir düşünün, bir tahmin edin istiyorum. Gerçi ben duyamayacağım cevaplarınızı ama bu en temel soru şudur. “Ben var mıyım?” Evet çok temel çok basit, çok net bir soru. Ben var mıyım? Annenizin karnınızdan çıktığınız andan toprağın altına girinceye kadar her gün ama her gün bu sorunun cevabını arar dururuz. Her karşılaştığımız kişiden bu sorunun cevabını almaya çalışırız. Farklı farklı şekillerde ve eğer bu sorunun cevabı dediğim gibi tam olarak alamazsak, istediğimiz şekilde alamazsak sıkıntılar çıkmaya başlar.
Bebeği düşünelim. Yeni doğmuş bir bebek. Bu sorunun cevabını nasıl alabilir ki? Yani ona sen varsın dediğimde bunu anlamayacak. Çok basit. Yeni doğmuş bir bebeğe nasıl sen varsın dersek aslında yetişkinlere de öyle diyoruz. Bir anlamda bebeklere sen varsın. Dokunarak, onlarla göz teması kurarak, onlarla ilgilenerek, ihtiyaçlarını karşılayarak, onları severek gösteriyoruz. Doğru mu? Evet, doğru. Eğer bebek bu soruların cevabını tam olarak alamazsa, yapılan araştırmaların bazıları gösteriyor ki bize gelişimsel gerilik gösterebiliyor.
Hatta bazı durumlarda hayatlarını bile kaybedebiliyorlar. Peki ama ben bu sorunun cevabını nasıl sağlıklı verebilirim?
İletişim kurduğumuz zaman insanlara aslında bu sorunun cevabını diğerleriyle olan ilişkilerimizdeki beş boyutta ararız. Doğan Cüceloğlu hocamız bu konuyu varoluşun beş temel boyutu olarak anlatır. Birinci boyut kâle alınma umursanma boyutudur. Her insan ilişkilerinde kâle alınmak umursanmak amiyane tabirle adam yerine konulmak ister. Düşünün sabah işyerine gidiyorsunuz kimse dönüp size bakmıyor, selam vermiyor. Gülümsemiyor. Geçiyorsunuz yerinize oturup çalışmaya başlıyorsunuz. Böyle bir durumda nasıl hissedersiniz kendinizi? İnsanların çoğu kendini kötü hisseder. Bunun sebebi şudur diğer insanların hiçbir şekilde size bakmaması, sizinle iletişim kurmaması, selam vermemesi aslında size şu cevabı göndermektedir. Sen yoksun ve yok olmak bilinç altında aslında ölüm ile aynı anlama gelmektedir. Dolayısıyla varoluşsal olarak bir tehdit altında hissederiz kendimizi ve bu hiç hoşumuza gitmez. Şöyle düşünün. Sırada bekliyorsunuz ve birisi geldi tak diye sizin önünüze girdi. Size hangi mesajı gönderdi? Sen yoksun. Seni umursamıyorum, seni kâle almıyorum. Ya da şunu düşünün trafikte tak diye önünüze geçti. Yolunuzu kesti. Size hangi mesajı verdi? Sen yoksun senin umursamıyorum. Maalesef bizim toplumumuzda bugün çoğu kişi ilişkilerde farkında olarak ya da olmadan karşı tarafa sen yoksun. Seni umursamıyorum mesajı gönderiyor. Bunun büyük oranda sebeplerinden bir tanesi. Bizler özellikle çocukluk yıllarımızda da bu soruların cevabını ararız ve bu sorulara ne kadar sağlıklı cevaplar aldıysak. Yetişkinliğimizde de diğer insanlara aynı şekilde cevap veririz. Yani eğer sen de çocukken çok kâle alınmadıysan, yetişkinliğinde de diğer insanların sınırlarına, varlığına saygı duymamaya başlıyorsun. Bu anlamda çocuk yetiştirme kurallarını bilen bilinçli anneler toplumsal açıdan çok çok önemli.
Mevkisi, statüsü, eğitim seviyesi, dünya görüşü ne olursa olsun herkes kâle alınmayı ve sen varsın mesajını hak eder. Bu anlamda özellikle iletişim kurarken insanların gözüne bakmak, onları dinlemek, onların sözünü kesmemek, onlara fikirlerini sormak aslında sen varsın mesajı göndermektir. Bu anlamda acaba bizler ilişkilerimizde ne kadar insanlara bu mesajı gönderiyoruz? Şöyle bir dönüp bakmamız lazım. Bunu sadece tanıdığınız ve değer verdiğiniz kişilere değil, markette çalışan personelden kapınıza gelen kargocuya kadar Restorandaki görevliden, yöneticinize ya da çalışanlarınıza kadar herkes ama herkes bu mesajı hak ediyor. Doğan Cüceloğlu hocamız birbirimizi yok etmeyelim, birbirimizi var edelim der, ikinci boyut kabul edilme boyutudur. İnsanoğlu ilişkilerinde olduğu haliyle kabul edilmek ister. Dolayısıyla kendine şu soruyu sorar Beni yargılamadan varolan halimle kabul ediyorlar mı? Bu sorunun cevabını arar. Düşünün işyerine girdiniz. Evet insanlar sizi gördü ve selam verdi. Yani sen varsın mesajını gönderdi. Ama hemen arkasından dedik ya o ne biçim tişört öyle burada sana senin olduğunun haliyle kabul etmiyorum mesajı göndermiş oldu. Şöyle düşünelim mesela bir anne çocuğunu gördüğünde ve üzerindeki kıyafeti beğenmediğinde, git doğru düzgün bir şeyler giy üstüne serseri gibi olmuşsun dediğinde ya da bir baba oğlunu gördüğünde git şu saçını başını kestir çıkar, o kulağından küpeyi serseri gibi olmuşsun dediğinde aslında çocuğuna seni olduğun gibi kabul etmiyorum mesajı göndermiş oluyor. Üçüncü boyutumuz değer boyutudur. İnsanoğlu değerli olduğunu hissetmek ister. Kendini her gün sorar. Ben değerli miyim? Ve bu sorunun cevabını sizin ona olan davranışlarınızdan ya da sözlerinizden çıkartmaya çalışan her insan değerli olduğunu, vazgeçilmez olduğunu, eşsiz olduğunu hissetmek ister.
Bu anlamda mesela birileri halı sahaya giderken, maça giderken, sizi çağırdığında ya da o takımın bir parçası olarak sizi gördüğünde ki kendini değerli hissetmenin en iyi yollarından bir tanesi kendinden büyük bir bütünün parçası olmaktır. Mesela eşiniz size sensiz hayat çok anlamsız dediğinde Allah eksikliğini göstermesin dediğinde kendinizi değerli hissetmeye başlarsınız. İş yerinde bu proje sensiz olmaz, senin de fikrini almak istiyorum. Sen de bu projede olun istiyoruz dediklerinde kendinizi değerli hissetmeye başlarsınız. Bu anlamda aslında birlerinin size sorumluluklar vermesi hoşunuza bile gider. Çünkü size var olduğunuzu hatırlatır. Değerli hissettirmeyi sadece sözlerinizle değil, davranışlarımızla da başarabiliriz. Ne yapıyoruz mesela yemek saatinde aile çocuk sofraya gelmeden yemeğe başlamıyorsa o zaman aslında konuşma olmadığı halde çocuğa şu mesajı gönderiyor. Sensiz olmaz. Sen değerlisin. Sen olmadan başlamayız. Bu anlamda çocuğa sen değerlisin mesajı vermenin yollarından biri bu mesela. Ya da diğer insanlara mesela bir eş önemli kararları alırken diğer eşe sormadan karar almıyorsa yine davranışlarıyla ona değerli olduğunu hissettiriyor. Mesela sınıfta bir çocuk gelmediğinde o gün öğretmen bunu fark edip akşam arayıp halini hatırını sorduğunda yine davranışlarıyla çocuğa sen değerlisin mesajı göndermiş oluyor. Bu anlamda şöyle kurduğumuz ilişkilere bir bakalım. Biz kendi çevremizdeki insanlarla ilişki kurarken acaba bu ihtiyaçlarını ne kadar karşılıyoruz, ne kadar sen değerlisin mesajı gönderiyoruz. Sözlerimizle ve davranışlarımızla dördüncü boyutumuz. Yeterlilik boyutu insan kurduğu ilişkilerde yeterli olduğunu, güçlü olduğunu ve güvenilir olduğunu hissetmek ister. Yani ben güçlüyüm. Ben bu işi başarabilecek kadar yeterli miyim? Bunu görmek ister ve bunu hem kendi gözünde hem de diğerlerinin gözünde olumlu olarak duymak ister.
Yani diğerleri de onunla ilgili olarak o bunu yapabilir, o bunu başarabilir kelimesini, cümlesini kullansın ister. Dediğim gibi sadece sözlerle değil davranışlarla da bunu gösteriyoruz. Örneğin iş yerinde herhangi bir kişiye bir yöneticinin işlerini delege etmesi, onun sorumluluk vermesi aslında davranışlarımla o kişiye ben sana güveniyorum, sen bunu yapabilirsin demenin bir yoludur. Ve çoğu zaman çoğu kişi ek sorumluluk aldığında bu anlamda mutlu hisseder kendini. Çünkü birilerinin ona güvendiğini anlar bu davranışla. Aynı şeyi çocuklar da çok arar. Bu yüzden de bu sorunun cevabını alabilmek için sürekli annelerine, babalarına Anne onu ben yapayım ve anne baba şunu ben yapayım m? Diye sorar. Bu durumda eğer anne ve baba hayır yapma, etme, sen yapamazsın, sen başaramazsınız, aman dur kırarsın gibi söylemlerle çocuğu engellerse ona hangi cevabı göndermiş oluyor? Ben güçlü müyüm? Diye. Ben yeterli miyim? Diye sorduğunda aslında çocuk bunları yaparak Hayır sen güçlü değilsin, sen yapamazsın, sen yetersizsin mesajı göndermiş oluyor. Tabii ki anne baba bunu bilinçli, kasıtlı isteyerek yapmıyor. Ama farkında olmadan çocuğunun özgüvenine zarar verecek mesajlar göndermiş oluyor. Bilinçli anne ve baba çocuğunun sınırlılıkları yeterliliklerini bilir ve buna uygun sorumluluklar vererek onları destekler. 5’inci boyutumuz sevgi boyutudur. Her insan sevilmek ister. En temel duygularımız da en temel ihtiyaçlarımızdan birisidir. Dolayısıyla her insan her gün kendine Ben seviliyor mu? Sorusunu sorar ve diğerlerinin ona olan davranışlarından bu soruya bir cevap bulmaya çalışır. O kadar güçlüdür ki bu ihtiyaç, bu istek çoğu zaman davranışlarımızın altında yatan temel nedendir.
Sevgi ihtiyacı. Bu beş boyutta kişilere, kişilerle kurduğumuz iletişimde onlara yeterli ve uygun cevabı veriyorsak iletişimimiz daha da kolaylaşır. Öte yandan insanlar sizinle kurdukları iletişimde öfkelendiklerinde sinirlendiklerinde çatışma yaşadığınızda büyük olasılıkla bu beş boyuttan bir ya da birkaç tanesinde yeterli ve uygun cevabı sizden alamamıştır. Tabii tüm bunların yanı sıra bir davranışı incelerken o davranışı içinde oluştuğu bağlamadan bağımsız olarak düşünemeyiz. Bu ne demek oluyor? Yani herhangi bir davranış hangi koşullar altında gerçekleştiriliyor? Bunu bilmemiz lazım. Çünkü için o koşullar değiştikçe davranışın anlamı da değişecektir. Herhangi bir toplumda normal kabul edilen bir davranış başka bir toplumda anormal kabul edilebilir. Mesela covid virüsünden 1 ay önce birisi size deseydi ki günde 10 kere ellerimi yıkıyorum, en az markete giderken, dışarıya çıkarken ellerimi eldiven takıyorum. Yüzüme maske takıyorum. Geri döner dönmez marketten aldığım bütün eşyaları sabunlu suyla yıkıyorum deseydik muhtemelen o kişi hakkında o kişinin bu davranışının takıntılı olarak olduğunu düşüneceksiniz ve o kişi hakkında herhalde birtakım problemleri var diyecektiniz. Fakat bir ay sonra bugün eğer ben bu davranışı yapıyorum dersem normal karşılaşacaksınız. Demek ki sadece davranış değil, içindeki koşullar da önemli. Bu davranış hangi koşullar altında gerçekleştiriliyor? Bu da önemli işte. O zaman bilmek gerçekten de affetmeyi getiriyor. Bilmek gerçekten de anlamayı getiriyor. Herhangi bir davranışla ilgili ne kadar fazla bilgiye sahip olursan o kadar fazla affedici olurum, o kadar az ön yargıya sahip olurum, o kadar iyi empati kurarım.