ZOR GÜNLERLE BAŞ EDERKEN ÖNEMLİ BİR BECERİ: DUYGUSAL ÇEVİKLİK
Ne yazık ki her geçen gün yeni bir krizle, yeni bir stres faktörüyle yeni bir değişimle karşı karşıya kalıyoruz. Böylesi zorlu süreçlerde ayakta kalabilmek, bu yeni duruma hızlıca uyum sağlayabilmek, bedensel ve ruhsal sağlığımızı koruyabilmek için duygusal çeviklik çok önemli bir beceri. Peki nedir bu duygusal çeviklik ve duygusal olarak çevik olmak için neler yapabiliriz? Bu videoda. Psikolog Susan David tarafından ortaya atılan duygusal çeviklik kavramı, zor zamanlarda hayata devam edebilmek için olumsuz düşünceleri yok saymak, bastırmak ya da onlarla savaşmak yerine onlara uyum sağlamayı, onların bize vermeye çalıştığı mesajı fark etmeyi ve bunu daha iyi bir yaşam için kullanmayı içeriyor. Ve aslında en temelde bu kavram üç adımdan oluşuyor. Efendim, duygusal çeviklikte birinci adımımız duyguları fark etmek ve onları etiketlemek yani doğru olarak adlandırmak olumsuz adını verdiğimiz o bize sıkıntı verici duygularla ya da düşüncelerle karşılaştığımızda genellikle ilk olarak verdiğimiz tepki onları yok saymak, onları bastırmaya çalışmak ya da onlarla savaş açmaktır. Kısa vadede bu bizi rahatlatıyor gibi gözükse de uzun vadede ne yazık ki bize tüm bu davranışlarımız ruhsal ve bedensel sıkıntılar olarak geriye döner. Duygusal çeviklik için ilk adımımız duygular ortaya çıktığı an onları fark etmek, onları bastırmaya çalışmadan, yok saymaya çalışmadan, onları yargılamadan, onları fark etmek ve onun adını doğru şekilde koyabilmek. Yani aslında duygularımızla yüzleşebilme cesaretini gösterebilmek. Duygularınızı kelimelere dökme işinde nasılsınız? Mesela gün içerisinde şu anda nokta nokta hissediyorum gibi bir kalıbı ne sıklıkla kullanırsınız? Herhangi bir duygu durumuna girdiğinizde bu duygunun bedensel belirtilerini fark etme işinde nasılsınız? Mesela hangi duyguyu bedeninizde nerede, hangi belirtilerle hissediyorsunuz? Bunun üzerine daha önce hiç düşündünüz mü? Duygularınızla ilgili konuşma konusunda rahat mısınız?
Rahatlıkla kendi duygularınızı ifade edebilir misiniz? Bakın son derece konuşkan, dışa dönük sosyal bir insan olabilirsiniz. Fakat benim sorduğum soru bu değil. İş kendi duygularımız hakkında konuşmaya geldiğimizde ne kadar konuşkan olursak olalım. Bazılarımız ne yazık ki bu konuda çok iyi değiliz. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi duygularımızı bastırmaya ve yok saymaya alışmış olmamızın yanı sıra duygusal kelime hazinemiz için yeterli olmaması. Kelime hazinemiz yetersiz olduğu için sadece kendi duygularımızı ifade etme konusunda sıkıntı yaşamakla kalmıyoruz, aynı zamanda bazen yanlış da ifade edebiliyoruz. Yani duygunun adını tam olarak doğru koyamayabiliyoruz. Bazı duygu isimlerini birbiriyle karıştırabiliyoruz ya da tam olarak ayırt edemiyoruz. Örneğin aslında öfke diye ifade ettiğimiz şey kimi zaman hayal kırıklığı, kimi zaman gücenme, kimi zaman tiksinti olabilir. Ya da üzüntü diye ifade ettiğimiz şey belki de aslında pişmanlık olabilir. Keşke şöyle bir elimizde liste olsa ve herhangi bir duygu durumuna girdiğimizde acaba şu anda ben ne hissediyorum dediğimde oradan seçebilsem değil mi? Bu konuda aslında Robert Plutchik’in 1980 yılında geliştirdiği Duygu Çarkıfeleği yardımcı olabilir. Plutchik duyguları sekiz gruba ayırmıştır. Buna göre temel duygular sevinç, üzüntü, güven, korku, şaşkınlık, tiksinti, beklenti ve öfkedir. Bu sekiz temel duygu da kendi içinde şiddetine göre bölümlere ayrılmıştır. Bu görsele baktığınız zaman koyu renkle gösterilen duygular o duygunun en yoğun hali iken yaprakların dışına doğru gittikçe yani o renk açıldıkça o duygunun daha ılıman halinin farklı isimlerini görebiliyoruz. Örneğin sevinç duygusunun en şiddetli hali coşku iken sükunet en ılıman hali. Yapraklarda zıt konumlarda bulunan duygular ise birbirlerine zıttı olan duygulardır. Örneğin coşkunun zıttı keder ya da daha ılıman bir duygu olan ilginin zıttı dikkat dağılması.
Bir de yapraklar arasında çeşitli duygular görüyorsunuz ki bu duygular da komşu olduğu yaprakların birleşimi olan duygular. Örneğin öfke ve tiksinme bir araya gelerek Küçümsemeyi oluşturuyor. Ya da beklenti ve güven bir araya gelerek umudu oluşturuyor. Aslında yaşadığımız tüm bu duygulara şöyle dışarıdan bu gözle bakmak bile duygulara olan yaklaşımımızı değiştirmede ve duygusal farkındalığımızı arttırmada bir fayda sağlıyor. Bu çarktaki duyguları her birimiz yaşıyoruz. Bunların hiçbiri bilmediğimiz duygular değil. Ancak kıçını acaba doğru olarak adlandırabiliyoruz. İşte duygusal çeviklik için önce yaşadığım duyguları fark etmem ve adını doğru şekilde koyabilmem gerekiyor ki o duyguyla baş edebilmek için de doğru taktiği kullanabileyim. Aslında duyguları kelimelere dökebilmek, ifade edebilmek, kafamızdaki ve kalbimizdeki o kaosun, düğümün bir düzene girebilmesi için de önemli bir adım. Olumsuz olarak nitelendirdiğimiz duygu ve düşünceleri yaşadığımızda verdiğimiz bir diğer tepki de böyle hissettiğimiz ya da böyle düşündüğümüz için kendimizi ya da o düşünceyi, o duyguyu yargılamaktır. Şu anda böyle hissetmemeliyim, bu çok saçma. Neden böyle hissediyorum? Gibi sözlerle yaşadığımız o duyguyu reddederiz ve kendimizi yargılarız. Aslında bunu birazcık da çocukluğumuzdan öğrenmişizdir. Kaçımız çocukluğumuzda ağlarken ağlama, bunda üzülecek bir şey yok, bunu ağlamaz. Bu çok saçma gibi ifadeleri duymadan büyüdü ki. Evet, bu sözler çocuğa şu anda yaşadığı duyguyu reddetmesini ve bu duyguyu hissetmenin normal olmadığını, kabul edilir olmadığını öğretiyor ve eğer fark edip bununla ilgili bir adım atmazsak bu etki bir ömür devam ediyor. Efendim, duygusal çeviklik için ikinci adımımız herhangi bir duygu durumuna girdiğimizde o duyguyu ya da kendimizi yargılamadan, o duyguyla ilgili felaket senaryoları yazmadan, o duyguyu genelleştirmeden, o duygunun seline kapılıp gitmeden, sadece o duyguyu izleyebilmek, onun orada olmasına izin vermek ve işini bitirip gittiğinde çekip gidişini seyredebilmek.
Yani o duyguyu kabul edebilmek. Bakın duyguyu kabul edebilmek deyince şöyle anlaşılabiliyor. Yani ne demek kabul etmek demek boyun mu eğelim. Şimdi ben üzgünüm dediysem hep üzgün mü olayım? Bu demek değil. Kabul etmek demek, boyun eğmek demek değil, kabul etmek demek; o duygunun seline kapılıp gitmek demek de değil. Örneğin ben üzgünüm dediğimde Allah kahretsin ya, çok üzgünüm. Hep böyle oluyor zaten. Hep üzülüyorum. Bundan önce de hep böyleydi. Hayat zaten berbat. Ben neyi becerebiliyorum ki? Aslında beceriksizin tekiyim. Bundan sonra da hep böyle olacak. Hiçbir şey düzelmeyecek gibi o duyguyu daha da genelleştirmek, geçmişle ve gelecekle ilgili yorumlarda bulunmak, o duygudan yola çıkarak başka alanlara o duyguyu yaymak demek değil. Yorumlamadan objektif bir şekilde sadece o duygunun adını verip ardından o duyguyu seyredebilmek demek, adeta bir başkasını zihnini seyreder gibi kendi duygumu dışarıdan bir göz olarak objektifçe yargılamadan yorumlamadan seyredebilmek demek. Yani bunu şöyle düşünün. Bir tiyatro sahnesindesiniz, oyunu sergileyen, oynayan sizsiniz. Ve birden bire o oynayan sizden çıkıyorsunuz o rolden ve o rolü orada bırakıp, yani sahnede bırakıp seyirci koltuğuna geçiyorsunuz ve seyirci koltuğundan oynayan sizi seyrediyorsunuz. İyi de o dediğin kolay mı? Öyle demeyin. Denedikçe ve doğru egzersizlerle çalıştıkça aslında bunun yapılabilir bir şey olduğunu göreceksiniz. Bununla ilgili benim kanalımda da çok sayıda egzersiz var. Özellikle nehirde yüzen yapraklar egzersizi harika bir egzersizdir. Şuradan ulaşabilirsiniz. Açıklama kısmına da linkini bırakacağım. Bu duygularla, düşüncelerle aramıza bir mesafe koyabilme ve onları olduğu gibi kabul edebilme işini pratiğe dökebilmenize yardımcı olabilecek çok etkili ve egzersizdir.
Tabii bunu yapabilmek için duygularımızın geçici olduğunu ve bizim duygularımızdan ibaret olmadığımızı, daha fazlası olduğumuzu bilmemiz ve kabul etmemiz gerekir. Evet, duygular geçicidir. Aslında şöyle düşünebilirsiniz bir dağ düşünün ve bu dağın üzerindeki bulutlar, bu dağ biziz. Üzerimizdeki bulutlar ise duygular. Onlar geçerler giderler, yenileri gelir. Sonra hava açar, güneş olur bir şekilde hava durumu değişir işte duygu durumumuzda tıpkı hava durumu gibi değişir. Ancak bir dağ olarak biz hep oradayızdır. Duygular sadece anlık verilerdir. Şu an için bu veriler geçerli olabilir. Ancak bu yarın da, öbür gün de bir yıl sonra da böyle olacağı anlamına gelmez. Duygular geçicidir, iyi ki de öyledir. Düşünsenize sürekli üzgün olamazsınız ya da sürekli aynı şiddette kızgın olamazsınız. İyi ki de olamazsınız. Öte yandan bu veriler ile ne yapacağımıza karar verecek olan yine biziz. Kötü hissedince genellikle o duygularla bütünleşiriz. Odağımız sadece o duygu olur ve adeta o duyguların içerisinde boğuluruz. Çeviklik için ise difüzyon dediğimiz bir beceri gerekir. Yani kendimizi duygularımızdan ayrıştırabilme becerisi difüzyon aslında gözlemleyen benliğimizi keşfetmek. Yani o tiyatro sahnesinden çıkıp seyirci koltuğuna oturabilmek, kendi duygularımızı dışarıdan seyredebilme becerisidir. Bunun için kullandığınız dili değiştirerek işe başlayabilirsiniz. Hissettiğiniz duyguları ifade ederken kendinizle özdeşleştirmeden, eleştirmeden, ayrıştırarak ifade ettiğinizde duygularla aranıza bir mesafe koymuş olacaksınız. Örneğin ben beceriksizin tekiyim demek yerine şu anda zihnimde beceriksiz olduğuma dair düşünceler var dediğimde kendimi o düşünceden ayrıştırmış olan benden gözlemleyen ben konumuna getirmiş oluyorum. Bu yüzden kullandığınız dili değiştirmek dahi nasıl hissettiğiniz üzerinde ciddi bir fark yaratacak. Az önce de bahsettiğim gibi zihnimiz adeta bir gökyüzü gibidir.
Gökyüzü zaman zaman bulutlu olabilir. Zaman zaman güneşli olabilir. Zaman zaman fırtınalar ve yağmurdan gözükmeyebilir. Ancak ne olursa olsun tıpkı hava durumu gibi bu zihinsel durumlar da geçicidir. Duygularımızı fark etmek, onları isimlendirmek ve onları kabul etmek, onlarla aramıza bir mesafe koymak o sis bulutunun üzerimize yapışmasını engelleyecek ve tıpkı gökyüzündeki bulutlar gibi bizim rahat bir şekilde onların geçip gidişini izlememize yardımcı olacak. Unutmayın onlar gelirler giderler ancak siz kalıcısınız. Bu duyguları fark etme ve kabul etme işi duygunun ardından vereceğimiz tepkiyi seçme konusunda da bize vakit ve sükunet sağlar. Ayrıca bu duygunun bize ne anlatmak istediği, karşılanmayan, hangi ihtiyacımız sonucu ortaya çıktığı gibi durumları analiz edebilmemizi ve gerekli düzenlemeleri yapabilmemizi kolaylaştırır. Duygusal çevikliğin son adımına geldik. Değerlerimize uygun bir yaşam inşa edebilmek. Yaşamın içerisinde çoğu zaman otomatikleşmiş davranışlarımızla ve alışkanlıklarımızla ilerliyoruz. Bu da beraberinde kendi değerlerimize bizim için önemli olan bizi biz yapan değerlerimize göre tercihler yapmayı değilde hayatın akışına göre alışkanlıklarımızla hareket etmeyi beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bir bakıyoruz ki hayatı belirleyen şey değerlerimiz değil aslında alışkanlıklarımız. İşte bunun önüne geçebilmek için kişinin öncelikli olarak kendini daha yakından tanıyabilmesi, analiz edebilmesi, kendi değerlerini belirleyip ardından yaşantısının ne kadar bu değerlere uygun olup olmadığını analiz edebilmesi gerekiyor. Bunun için çok etkili bir egzersizi şuradaki videomuzda paylaşıyorum. İlgilenenler bu videodan sonra ona gidebilirler. Kişisel gelişim ve psikoloji eğer ilgi alanınız içerisinde ise doğru kanaldasınız. Her hafta bu kanalda bu konularda iki tane yepyeni video paylaşıyoruz. Eğer bu videolardan haberdar olmak istiyorsanız kanala abone olmayı unutmayın. Bildirim zillerini de açın ki yeni video yüklediğimizde haberdar olabilin.