HÜSEYİN ÖZER’İN İLGİNÇ YAŞAM HİKAYESİ

Şimdi bir düşünmenizi istiyorum. Daha çocuk yaşta başınıza gelenlerden kaynaklı hayat sizi sokaklarda kalmaya, tuvalet köşelerinde yatmaya zorluyor. Abiniz sizi öldürmek için zehirli yemek veriyor. Daha 11 yaşındayken anneniz babanı vurmalısın diyor ve silah parasını kazanmak için bambaşka bir şehre yapayalnız küçücük bir çocuk olan sizi çalışmaya gönderiyor. Okula gitmeniz gereken dönemde gidemiyorsunuz. Hatta bazen ne okulu yiyecek yemek dahi bulamıyorsunuz. Ama pes etmiyor ve çalışıyorsunuz ve günün birinde dünyanın en başarılı ve en zengin insanlarından biri oluyorsunuz. Öyle ki Discovery Channel sizi bir belgesele konu ediyor. Hem de bu başarı öyle torpille, mirasla şans eseri falan değil. Tamamen çalışarak, çabalayarak, dişinizle tırnağınızla didinerek elde ettiğiniz bir başarı. Öğrendiğimde ağzımı açık bırakan, adeta bir Yeşilçam senaryosunu aratmayan gerçek bir başarı hikayesini dinleyeceğiz bu hafta. Bakalım Hüseyin Özer bunu nasıl başarmış? Hüseyin, Tokat’ta bir köyde dünyaya gözlerini açar. Babası başka bir kadınla evli olduğu halde annesini kuma olarak alır. Hüseyin doğduktan bir süre sonra annesini ve onu istemez. Dedelerinin yanına geri gönderir. Ancak orada da pek istenmezler yanında kaldığı dayısının karısı, bunu anası babası dahi istemiyor. Ben niye isteyim? Deyip zaman zaman ona yemek dahi vermiyordu. Hatta aynı yenge onu oldukça karlı bir günde, üstelik yalnız başına yürüyerek uzaktaki bir köye gönderir. Şans eseri sağ salim diğer köye giden Hüseyin’i gittiği ev Oğlum bu karda sen nasıl gidebildiği yürüyerek seni kurt kapar, başına bir şey gelir, seni geri gönderemeyiz tek başına diyerek misafir eder ve Hüseyin bir ay boyunca o evde misafir olarak kalır.

Ta ki diğer köye giden iki tane atlı bulana kadar. Yabancılar bile Hüseyin’e kıyamadılar. Ama belli ki yengesi bile isteye Hüseyin’i ölüme yollamıştı. Adeta bu dünyaya sığdıramamışlardı Hüseyin’i. Analığı ve üvey abisi miras kalan tarlada hak sahibi olup mirası bölünmesin diye Hüseyin’i zehirlemeye bile kalktılar. Hiçbir yere sığdıramadıkları Hüseyin’i 7 yaşındayken çobanlık yapması için Tokat Erbaa gönderdiler. Anneannesi onu gönderdikleri yere önüne bir yoğurt ekmek koyun yeter demişti. Boğaz tokluğuna çalışıyordu Hüseyin. Oysa onun en büyük isteği okula gitmekti. O günleri anlatırken, koyunları güderken ağaç diplerinde hep okula gitmek istediğim için ağlardım diyor Hüseyin. Hüseyin’i kimse okutmayacaktı ama okumayı o kadar çok istiyordu ki bir defteri, bir kalemi dahi olmayan Hüseyin, bir çoban arkadaşından yerleri çizerek okuma yazmayı öğrendi. 11 yaşındayken annesi onu çalışıp para biriktirmesi ve biriktirdiği parayla da silah alıp babasını vurması için bir otobüs bileti alıp Ankara’ya gönderdi. O günlerde herkes bana babanı vuracaksın diyordu diye anlatıyor Hüseyin Özer. Ancak o katil olmak yerine bambaşka bir hayat seçecekti. Daha 11 yaşında bir başına otobüsle Ankara’ya gelen Hüseyin’i yaşı küçük diye kimse çalıştırmak istemiyordu. Ne parası vardı ne de yatacak yeri. Ankara’da kimsesiz bir sokak çocuğuydu. Tuvaletlerde yatıyordu. Bir süre sonra sokaklarda çakmaklara gaz doldurmaya başladı. Böylelikle ancak bir öğün yiyebilecek kadar kazanıyordu. Okula gitmeyi kafasından çıkaramayan Hüseyin, bu arada Demirel’e mektup yazdı. Kafasına koymuştu. Ondan yardım isteyecekti. Ben okula gitmek istiyorum. Yardım edin. Okursam eğer çok iyi yerlere geleceğim, biliyorum demişti.

Cevap gelmedi. Ama o yılmadı, yazmaya devam etti. Tekrar tekrar yazdı. Bu sefer iadeli taahhütlü göndereceğim demişti mektubu. Ve öyle yaptı. Ancak gelen cevap iş bulma kurumuna gitmesini öneriyordu. Bir süre sonra bir pastanede iş buldu küçük Hüseyin. Ancak onu çalıştırıp ödemesini yapmadılar. Bunun üzerine o da başka bir pastanede benzer bir iş buldu. Bu sefer iki buçuk lira ödeme alıyordu. Parasını biriktirip kendisine kışı geçirebileceği bir ceket aldı. Ankara, Sıhhiye’dе umumi bir tuvalette kalmaya devam ediyordu Hüseyin. Yıllar sonra bu tuvaleti anlatırken o tuvalet benim için çok özeldi. Çünkü yatacak yerimdi. Minnettarım ben o tuvalete diyor. Bir iki sene bu şekilde yaşadıktan sonra bir meyhanede işe girdi ve para biriktirmeye devam etti. Artık köşeyi döndüğünü hissediyordu. Herhalde bir oda tutabilirim diye düşündü ve ev aramaya başladı. Ev tutmaya gittiği kadın elindeki parayla ancak bir kömürlük kiralayabileceğini söyledi ona, o da bir kömürlük tuttu. O günü hayatımın en mutlu günlerinden biriydi diye anlatıyor Hüseyin Özer. Lambam bile vardı. Yatağım vardı, soğuk umurunda değildi. Ben mutluydum ve gelecekle ilgili planlarımı yapıyordum? Hayatımın en önemli kararlarını ben o kömürlükte verdim. İngilizce öğrenmeye, yurt dışına gitmeye karar verdim. Çalışacak, topluma ve insanlara faydalı, başarılı bir iş insanı olacaktım. Gördüğünüz gibi Hüseyin her başarılı insanın yaptığı gibi hedefini koymuştu. Şimdi sırada o hedefe doğru giden yollarda küçük adımları atmak vardı. Hüseyin İstanbul’a geldi. Çalışıp para biriktirmeye devam ediyordu. Bu sırada kendisini hedefine taşıyacak o adımı attı ve İngilizce dersleri almaya başladı.

“Kazandığımız parayı bankaya koymayın. O başkasına yarar. Kendinizi geliştirmeye harcayın” diyen Hüseyin, sürekli olarak kendini güncellemeye devam ediyordu. Bu arada askere giden Hüseyin döndüğünde bir aileye ve yuvaya hasret olduğu için hemen evleniyor. Ancak maalesef bu evlilik çok uzun sürmüyor. Boşanmanın ardından 1975 yılında Hüseyin 21 yaşındayken İngiltere’ye gidiyor. Orada bir kebapçıda iş buluyor ve çalışmaya başlıyor. Kalacak yeri olmayan Hüseyin kebapçının bodrumunda yatıyor, tuvaletinde yıkanıyordu. İşten sonra kazandığı parayla dil kursuna gidiyordu. Bu şekilde 3-4 yıl çalıştıktan sonra bir arkadaşıyla beraber çalıştıkları lokantayı satın alıyorlar. Dürüst, çalışkan ve zeki Hüseyin elbetteki bu işte de kendi farkını ortaya koydu. Çalışanlarına ve müşterilerine oldukça fazla değer veren ve bunu gösteren, yaptığı değişik uygulamalarla işinde fark yaratan Hüseyin, bir süre sonra Londra’da önündeki kuyrukları ile ünlü olan restoranlar zincirinin sahibi oldu. Hatta İngiliz kraliyet ailesine Türk yemeği yediren adam deniyor ona evet, kraliyet ailesi Türk yemeği yemek istediğinde ona sipariş veriyor. Hüseyin başarılı ve zengin olduktan sonra zannetmeyin ki sıkıntılarla uğraşmadı. Restoranları defalarca oradaki mafya tarafından tehdit edildi. Bunlara rağmen ayakta durmaya devam etti Hüseyin. Hayatı boyunca çok istediği halde okula gidemeyen Hüseyin Özer, bugün kurduğu vakıfla çocuk okutuyor. Ben Hüseyin Özer’in hikayesini dinlediğimde, öğrendiğimde, okuduğumda, internette onunla ilgili videoları izlediğimde maalesef videoların ya da yazıların altında öğrenilmiş çaresizliklerini boğulmuş birtakım insanların negatif yorumlarını gördüm. Şimdi bu hikayeyi dinleyen bazıları “ya o işler öyle olmuyor”, “gerçek hayatta şöyle olunca böyle oluyor” gibi çeşitli bahaneler üreteceklerdir eminim.

Bir şeylere ulaşamadığımız da ona ulaşan insanlarla ilgili olarak önce komplo teorileri türetiriz ve bu başarının altında başka bir neden ararız. Çünkü bu kadar kolay olmamalı. Eğer olsaydı ben de yapabilirdim diye düşünürüz. Adeta kendi öğrenilmiş çaresizliklerimizi haklı çıkarmaya çalışırız. Biz bu bahanelerle ve neden o iş öyle olmazlarla uğraşırken bazıları da bu iş nasıl olabilir, nasıl başarabilir diye odaklanıp yollarında ilerlerler.

Şimdi gelin Hüseyin’in bu kadar başarılı olmasını sağlayan özelliklerine bir bakalım ve kendi özelliklerimiz ile ve kendi yapıp ettiklerimiz ile bir kıyaslayalım. Hüseyin’i başarıya götüren en önemli özelliklerinden bir tanesi iyimserlik. Yaşadığı tüm zorlu olaylara ve acılara rağmen iyimserliğini kaybetmiyor Hüseyin dikkat ederseniz. Ve kötünün içindeki iyiyi görebiliyor.

Bakın mesela zehirlendiği günü anlatırken diyor ki o gün aslında çok güzel bir gündü. Çünkü o günün sonrasında köylüler beni zehirlemeye çalıştıklarını öğrenince hepsi bana yemek getirdiler ve o gün bolca yemek yedim.

Çok güzel bir gündü diyor. Bir kömürlük kiraladığında o kömürlüğün” içerisinde oturup hayata lanet etmek neden onum yok şunum yok buyum yok diye ağlayıp şikayet etmek yerine, yaşasın kendime ait bir odam var. Başımın üzerinde bir çatı var diyor. Hatta tuvaletin önünde yatarken bile minnettarım ben bu tuvalete çünkü yatacak bir yerim var diyor. Çektiği acıların ona attıklarının farkında olan Hüseyin, acılarını kendi sözleriyle şöyle yorumluyor. “Eğer ateşin önünde o kadar çok durmasaydım, şimdi bu kadar lezzetli bir çörek olabilir miydim?” Hüseyin’in ikinci önemli özelliği sürekli öğrenme ve gelişim arzusu. En büyük mutluluk kaynağının üretkenlik olduğunu söyleyen Hüseyin, kazancını ve zamanını hep kendini geliştiren aktivitelere ayırıyor. Mesela bolca kitap okuyor. Müzelere gidiyor. Tarihi yerleri geziyor, kurslar alıyor.

Peki siz boş vakitlerinizde ne yapıyorsunuz?

Hüseyin, dürüst, çalışkan ve yaratıcı ve yenilikçi. Ve ondaki bu potansiyeli gören insanlar bir şekilde ona yatırım yapıyorlar. Bu yatırımda işiyle ilgili ivmesine hızlandırıyor. “Siz dürüst ve çalışkan olduktan sonra Allah karşınıza fırsatlar çıkartıyor” diyor Hüseyin çok da haklı. Bugün maalesef çoğu dürüst ve çalışkan insan. Öylesine karamsar ve yaşadıkları geçmiş olaylara o kadar çok gömülmüş durumdalar ki karşılarına çıkan fırsatları da belki göremiyorlar maalesef. Ben birazcık da işte bu insanlara ilham versin. Aslında yapabileceklerini görsünler diye de bu videoları hazırlamak istiyorum.

Öte yandan bazı insanlar da hiçbir şey yapmayıp sadece şikayet ederek ve bu tarz hikayeleri dinlediklerinde tabii canım he

he kesin öyledir diyerek lafa gelince mangalda kül bırakmıyorlar. Oysa iş harekete geçmeye, aksiyon almaya, hedefleri için bir şeyler yapmaya geldiğinde ise sadece duruyorlar. Çünkü hedefe ulaşacaklarına inanmıyorlar. İşte bu bahane bulan kronik öğrenilmiş çaresiz insanlara son lafımız Konfüçyüs’den gelsin, “karanlığa küfredeceğine kalk bir mum yak.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir