Küllerinden Yeniden Doğmak İçin Ne Yapmalı?

Yaşamda karşılaştığımız zorluklar, aldığımız yaralar bizi bazen tüketiyor. Dertlerle, sıkıntılarla adeta yanıyoruz ve küle dönüşüyoruz. Peki küllerimizden tekrar doğa bilmek mümkün mü? Küllerinden tekrar var olan olağanüstü güzellikteki Simurg ya da Zümrüdü Anka kuşu, batıda Phoenix, Türk mitolojisinde ise Tuğrul Kuşu olarak bilinir. Efsaneye göre Simurg, Kaf dağının eteklerinde bilgi ağacında yaşayan bilge bir kuşmuş. Her şeyi bilirmiş. Bütün kuşlar ona çok hayranmış. Zora düştüklerinde Simurg’un gelip onları kurtaracağına inanır, bekler dururlarmış. Ancak Simurg hiçbir zaman gelmemiş. Zaten onu hiç gören de olmamış. Zamanla kuşlar Simurg’un varlığından şüphe etmeye başlamışlar ve onun gelip onları kurtaracağına dair umutlarını kesmişler. Ta ki bir gün kuşların arasından biri Simurg’un tüylerinden birini bulana kadar. Tüyü bulunca umutlanan tüm kuşlar toplanmışlar ve bir araya gelip Simurg’u arayıp bulmaya ve sıkıntıları için ondan yardım istemeye karar vermişler. Ancak kuşların işi çok kolay değilmiş. Simurg’a varabilmek için birbirinden çok farklı zorlukları içeren yedi vadiden geçmeleri gerekiyormuş. Kuşlar yola düşmüşler ve her vadiden geçişte bazıları ya pes edip vazgeçmiş, geri dönmüş, bazıları zorluklar karşısında can vermiş. Bazıları ise geçtikleri vadilerin güzelliğine kapılıp o vadide kalmış ve yola devam etmemişler. Simurg’un yaşadığı söylenen vadiye vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış. Sonunda Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki Simurg otuz kuş demekmiş. Otuz kuş bu yolculuğun sonunda anlamışlar ki aradıkları kurtarıcı kendileri. Ve gerçek yolculuk kendinden kendine yapılan yolculuk. Çözümü, kurtuluşu hep dışarıdan, başkalarından beklemeyi daha çok tercih ederiz değil mi? Birileri gelse de beni bu çukurdan çekip çıkarsa deriz bize çözüm sende, bunu sen yapacaksın dediklerinde ise hemen direnç gösteririz. Canım sorun bende mi ki çözüm bende olsun. Öyle ki fiziksel hastalıklarda bile bir şikayetle doktora gittiğimizde doktor bizim bağışıklık sistemimize güvenip biraz dinlen geçer dediğinde eğer bize ilaç yazmadıysa onu kötü doktor ilan ederiz bazılarımız. İşte eğer küllerimizden tekrar doğabilmek istiyorsak boşu boşuna yanmamış olmak için öncelikle bu zihniyetten sıyrılmamız kurtulmamız gerekiyor. Ama biz bayılıyoruz hep diğerlerini suçlamaya. Sorunu, çözümü hep dışarıda aramaya. Dikkat edin diğerlerine toksik ya da narsist diyen videolar hep daha çok izlenir. Belki de toksik olan ya da buna çekilen, buna izin veren, bunu seçen biziz. Ama bunu duymak, bununla yüzleşmek istemeyiz. Küllerimizden tekrar doğabilmek için önce yanmayı göze alabilmek gerekiyor. Yanmaktan kastım burada kendini tanıma ve kendini kabul etme yolculuğuna çıkabilmek. Ben kendimi zaten tanıyorum arkadaş. Ne anlatıyorsun sen? Diyorsanız eğer tanıdığınız kendiniz hangi kendiniz diye sormak isterim. Bilinç düzeyindeki yani şu anda farkında olduğunuz özelliklere sahip olan kendiniz mi yoksa bilinç dışı düzeyde sahip olduğunuz ama aslında farkında olmadığınız bir yerlere bastırdığımız, sonra da varlığını dahi unuttuğunuz özelliklere sahip olan siz mi? Hangisi? Bu bilinç düzeyindeki Ben’e yani farkında olduğumuz özelliklere sahip olan Ben’e zannettiğimiz ben diyorum. Bu beni yaşamın ilk yıllarından itibaren bize öğretilenler, yaşam deneyimlerimiz ve tecrübelerimiz sonucunda oluşturmaya başlarız. Yani yaşam boyunca bunu inşa ederiz. Şu yaşta evlenilir işte başarılı insan şudur. Doğru düzgün insan şunları şunları yapar, şunları şunları yapmaz. Kadın dediğin nokta nokta olur. Erkek dediğin nokta nokta yapmalıdır. Genellikle yaşamın ilk yarısı, yani yaşamın ilk otuz kırk yılı bilinç düzlemindeki yani zannettiğim Ben’i inşa etmekle, bunun oluşması için çaba harcamakla geçer. Yaşamın ikinci yarısı ise, yani sonraki 30-40 yılda ise bazılarımız o ilk yarıda inşa etmek için bolca çaba harcadığı bu beni yıkar ve tekrar yeni bir ben inşa eder.

Çünkü yaşamın ikinci yarısından itibaren artık yavaş yavaş zannettiğim beni sorgulamaya başlarız. Ben kimim? Benim gerçekten istediğim şey bu mu? Beni mutlu eden şeyler gerçekten bunlar mı? Benim hayat amacım gerçekten bunlarla mı ilgili? Bu sorgulamanın ardından kimimiz bir anlamsızlık, bir boşluk, bir yıkım duygusu yaşarız ve bununla baş edebilmek için bazılarımız kurban rolüne bürünürüz. Yani başımıza gelenler kaderin bir oyunudur ve bizlerin de bununla ilgili yapabileceği hiçbir şey yoktur. Kimimiz ise bu yıkımın küllerinden tekrar doğar, gerçek benliğini keşfeder ve kendi hayatının kahramanı olur kendini keşfetme yolculuğuna. Amerikalı mitoloji uzmanı ve yazar Joseph Campbell, Kahramanın sonsuz yolculuğu diyor. Joseph Campbell, insanlık tarihi boyunca anlatılan masallar, destanlar, mitler ve hikayeleri incelediğinde yinelenen ortak bir örüntü ile karşılaşıyor. Matrix, Yüzüklerin Efendisi, Star Wars gibi pek çok izlenen Hollywood yapımlarında da benzer bir örüntü görürsünüz. Peki nedir bu ortak örüntü derseniz. Tarih boyunca farklı kültürlerde, farklı dillerde anlatıla gelen hikayelere, masallara, mitlere baktığımızda hep bir kahramanımız var. Bu kahramanımız sıradan bir insan ve sıradan bir hayat yaşıyor. Kendi konfor alanının içerisinde mutlu. Sonra kahramanımız birdenbire yaşamsal bir krizle karşılaşıyor. Campbell bu krizi yolculuktaki maceraya çağrı aşaması olarak nitelendiriyor. Çünkü bu krizi çözmek için kahramanımızın bir meydan okuma gerçekleştirmesi, konfor alanından çıkması, zorluklarla yüzleşmesi gerekiyor. Günlük yaşamımızda maceraya çağrı genellikle yaşadığımız bir sorundur. Bu bazen ruhsal ya da bedensel bir hastalık olabilir. Bazen bir kayıp, bazen bir çatışma ya da kriz olabilir. Evet, bunların her biri kendimizi gerçekten ve tamamıyla tanıyabilmemiz, içsel çatışmalarımızı fark edebilmemiz için bir fırsattır aslında. Yani yolculuğa bir çağrıdır. Hikayelerde kahramanımız genellikle önce bu maceraya çağrıyı reddeder. Yani yola çıkmaz, konfor alanında yaşamaya devam eder.

Ancak sonradan canavarlarla ve belki devlerle yaratıklarla karşılaşacağı bu yolculuğa çıkar ve en sonunda da ödülü, hazineyi bularak geri döner. İşte efsanelerde bu korkunç canavarlar, yaratıklar, devler aslında bilinçdışı düzlemdeki bizi temsil eder. Yüzleşmekten kaçındığımız, bir türlü yüzleşme cesaretini ve sorumluluğunu alamadığımız kendimiz. Bu efsanelerdeki hazine ise gerçek benliğimizi bulmamızdır. Çünkü bu yolculuktan dönüşte biz artık eski biz değilizdir. Bunu yapabilmek yani bu yolculuğa çıkabilmek için belirli bir farkındalık ve duygusal olgunluk seviyesinde olmamız gerekiyor. Mesela. An’da olabilmek, yavaşlayabilmek, başlangıç zihnine geri dönebilmek, tüm yargılarımızdan arınmabilmek. Fark ettiklerimizi, gördüklerimizi şefkatle sarmalayabilmek, kabullenebilmek. Tüm bunlar da okuyarak, çalışarak, belirli bir disiplinle çeşitli egzersizleri hem bedensel hem de zihinsel egzersizleri uygulamakla elde edilebiliyor. Ne zaman oturduğu yerden iyi hoş anlatıyorsun da çözüm ne? Çözümü anlat bize. Nasıl kurtuluruz bu durumdan onu anlat. Hatta mümkünse anlatma. Bize bir ilaç ver, hemen onu yutalım, iyileşelim. Ana fikrine sahip bazı yorumları görsem aklıma İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlas’ındaki şu sözleri gelir. “Ey kör, aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf dağına varamasan da evinden çıkıp kırlara açıl; Böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi? Gözümü açmaya ve adım atmaya vakit ayırmak istiyorum ve bu konuda kararlıyım diyorsanız bu yolculukta yani kendinizden kendinize yapacağınız bu yolculukta size yoldaşlık edebilecek pek çok video bu kanalda mevcut. Oynatma listelerine göz atmakla işe başlayabilirsiniz ya da oturup Simurg’un gelip sizi kurtarmasını bekleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir