GÖLGENLE YÜZLEŞMEMENİN AĞIR BEDELİ – Gölge Arketipi – Persona Arketipi
Nedeni belirlenemeyen ya da psikolojik denilen ağrılarınız sıkıntılarınız, halsizliğiniz, isteksizliğiniz, açıklayamadığınız bazı takıntılarınız, korkularınız, aşırı reaksiyonlarınınız, içinizdeki huzursuzluk, mutsuzluk, bunaltı ya da kaygı durumları, ani duygusal iniş çıkışlarınız ya da öfke patlamalarınız. Tüm bunlar kendimizle, kendi gölge yanlarımızla yüzleşmemenin, farkında olmasak da onlardan kaçmanın ya da onları bastırmanın reddetmenin ağır bedeli olabilir. Peki nedir bu gölge mevzusu? Nasıl oluyor da bizi bedensel ve ruhsal olarak bu kadar etkiliyor? Kendinizle yüzleşmeye ve belki de kabullenmekte zorlanacağınız bazı gerçekleri duymaya hazırsanız başlayalım. Sevgili dostlar, size bir haberim var. Hani o diğerlerinde görmeye dayanamadığınız sıklıkla yargıladığınız sizi sinir eden, tırnak içinde sizi gıcık eden o özellikler var ya, işte o özelliklerin çoğuna siz de sahipsiniz. Her ne kadar pek çoğumuz kendisini çok dürüst, çok iyi niyetli, çok yardım sever olarak görsek de kişiliğimiz sadece bu yönlerden oluşmuyor. Kötü. Kabul edilemez çirkin olduğunu düşündüğümüz için ben de kesinlikle yok. Ben hayatta öyle yapmam dediğimiz çoğu özelliğe de aslında sahibiz. Yani her birimizin içerisinde bir miktar yalancı, bir miktar hırsız, bir miktar bencil, bir miktar tırnak içinde kötü yönde var. Ancak bunları fazlasıyla bastırdığımız ya da reddettiğimiz için çoğu zaman farkında değiliz. Psikolojinin babalarından Carl Jung, kişiliğin bu karanlıkta kalan yönlerine gölge yönlerimiz der. Jung’a göre Persona kişiliğimizi maske kısmıdır. Ne olmayı istiyor ya da dünya tarafından nasıl görünmeyi diliyorsak odur. Yani personamız dışarıya gösterdiğimiz cici kısımlarımızdır. Gölge ise benliğimizin karanlık ve hor görülen tarafıdır. Çocukluktan itibaren bize neyin iyi, neyin kötü, neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğuna dair pek çok öğreti verilir.
Pek çok şey öğretilir. Ve bu doğrultuda kötü ya da kabul edilemez olduğunu düşündüğümüz bazı yönlerimizi işte o çocukluk çağlarımızdan itibaren bastırır ya da reddetmeye başlarız. Oysaki bunlardan yani bastığımız kısımlar da insani doğamızın birer parçasıdır. Kişiliğimiz iyi ya da kötü diye etiketlediğimiz tüm özelliklerimizin bir toplamıdır. Bir kısmını bastırarak ya da reddederek bizi biz yapan o parçaları da reddetmiş oluruz. Ayrıca o reddettiğimiz parçaların içerisinde benliğimizin yaratıcı ve som altından parçaları da vardır der Psikanalist Robert Johnson. Bunları bastırmaya, reddetmeye başladığımız andan itibaren bir bütün olan kişiliğimiz bölünmeye başlar. Bu yönleri bastırmış olmamız ya da reddetmiş olmamız onların yok oldukları ya da bizi etkilenmediklerini anlamına gelmiyor. Bastırılan gölge bilinç dışına itilir ve orada büyümeye, gelişmeye ve davranışlarımızı etkilemeye devam eder. Ve biz farkında olmasak da o artık oradadır ve nedenini anlayamadığımız pek çok davranışımızı yönetmeye başlar. Sebebini bilmediğimiz ani öfke patlamalarımız, durduk yere gibi görünen tetiklenmelerimiz çeşitli takıntılarımız, korkularımız, arzularımız, ani duygusal iniş çıkışlarımız ve nedenini anlayamadığımız pek çok duygu, düşünce ve davranışımızın altında bastırılmış, reddedilmiş, orada olduğunun farkında bile olmadığımız bölgelerimiz yatar. Gölge, fark edilmedikçe, bastırıldıkça, reddedildikçe daha da güçlenir ve şiddetlenir. Çünkü gölge aydınlanmak ister açığa çıkmak ister ve siz bunu bastırdıkça farkında olmasanız bile bunu reddettikçe form değiştirir ve bazen daha sapkın ve şiddetli yollarla kendini göstermeye çalışır. Bu anlamda cinselliğin çok fazla baskılandığı toplumlarda bazı sapkın davranışların daha sık görülmesinin pek de sürpriz olduğunu söyleyemeyiz. Gölge aydınlanmak, aydınlığa çıkmak, itildiği bilinç dışından bilinç yüzeyine doğru çıkmak ister demiştik ve biz gölge yanlarımızı ne kadar fark edersek ne kadar kabul edersek, onlarla ne kadar barışırsak gölgelerimizin üzerimizde yarattığı baskı da o kadar azalacaktır.
Gölge yanlarımızı fark edip kabul ettikçe reddettiğimiz yanlarımızla tekrar birleşip bütünleşiriz. Ve işte o zaman rahatlamaya başlarız. O zaman yaşadığımız pek çok sıkıntıdan kurtulmaya ve iyileşmeye başlarız. Bütün olabilmek için hem karanlık hem de aydınlık yanlarımıza ihtiyacımız var der Jung. Ona göre asıl olgunlaşma kişinin kendi karanlık yönlerini fark etmesiyle başlar. Kişi aydınlık figürleri hayal ederek aydınlanamaz ancak karanlığı bilinçli yaparak aydınlanabilir der Jung. Yani kurtuluşumuz aslında mükemmel eksiksiz olmaya çalışmakla değil, aksine tırnak içinde kusurlu yönlerimizi fark edip kabul etmeye başladıkça olacaktır. Şunu da belirleme izin verin lütfen. Gölge yönlerimizi fark etmek ve onları kabul etmek demek, onlarla barışmak demek tamamen onun etkisi altında davranmak ya da tamamen hayvani dürtülerimizle hareket etmek demek değildir. Onun orada olduğunu bilmek, onu fark etmek ve onun orada olmasına izin vermek demektir. Ancak onun orada olması demek illa benim davranışlarımı etkilemesi anlamına gelmez. Aksine ben onu fark etmedikçe daha çok davranışlarımı etkileyecektir. Onun, orada olduğunu bilmek ve onu fark etmek, benim tepkimi değerlendirmeme yani onu daha sağlıklı bir biçimde ifade edebilmek için tepkimi değerlendirmeme ve seçim yapmama olanak tanır. Bir örnekle açıklamak gerekirse gölgesi, öfkesi ya da saldırganlığı olan bir kişinin gölgesini kabul etmesi demek. İlk öfkelendiğinde karşısına çıkan kişiye yumruk atması demek değildir. Aslında esas bölgemizin farkında olmadığımız da genellikle bu tarz sonradan pişman olacağımız tepkiler veririz. Fakat gölgemizi fark ettiğimizde bizi tetikleyen olay ve davranışımız arasındaki tepkimiz arasındaki boşluğu fark ederiz ve o boşlukta sağlıklı seçimler yaparız.
Böylelikle de sonradan pişman olacağımız tepkileri vermekten kurtuluruz. Viktor Franklin da dediği gibi uyaranlar tepki arasında bir boşluk vardır ve işte bizim asıl gücümüz o boşluktadır. Kendi gölge yanlarımızı fark etmek ve kabul etmek. Kendimize bakış açımızı da etkiliyor. Artık eskisi kadar yargılayıcı olamıyoruz kendimiz hakkında. Kendimize daha sağlıklı bir şekilde daha objektif bakabiliriz ve kendimize şefkat gösterebiliriz gölge yanlarımızı fark ettikçe. Çünkü şunu fark ederiz aslında kişiliğimiz hem personamız hem de gölgemizdir. Yani hem taktığımız maske hem tırnak içinde iyi yönlerimiz, hem de tırnak içinde bastığımız o kötü yönlerimizdir ve bunların bir bütünüdür. Sadece biri ya da ötekisi olmak zorunda değilizdir. Özgüvenimiz, öz şefkatimiz, yaşam duyumumuz, yaratıcılığımız artar gölgemizi fark ettikçe ve ona sarıldıkça. Aynı zamanda geleceğe dair daha net ve sağlıklı hedefler belirleyebilir hale geliriz. Kendimizi tanıdıkça ve karanlık yönlerimiz ile yüzleşmeye başladıkça sadece kendimize karşı değil, dış dünyaya ve diğer insanlara karşı da daha anlayışlı, daha şefkatli olmaya başlarız. Yaşamla ve diğer insanlarla ilgili katı inançlarımız ve yargılarımız da değişmeye, esneme başlar ve yaşama karşı da daha esnek bir tutum sergilemeye başlarız. Peki gölge yönlerimizi nasıl fark edebiliriz? Şimdi baştan söyleyeyim, bu çok kolay bir şey değil. Biraz acılı bir yol. Ne de olsa bastırdığımız, reddettiğimiz yani vakti zamanda bastırdığımız için orada olduğundan haberimiz bile olmayan çoğu yönümüz ile yüzleşmek zorunda kalacağımız bir süreç. Dolayısıyla aslında belki de bir psikoterapist eşliğinde çok daha verimli olarak yapılabilir. Ancak bu demek değildir ki herkes her zaman sadece psikoterapist ile bunu yapabilir.
Hayır, kendi kendimize de yapabileceğimiz bazı şeyler olabilir. Gölgelerimizi fark edebilmek için öncelikle onları nereye yansıttığımıza bakabiliriz. Gölgelerimizin farkında olmadığımız da onları yansıtırız ve bunu genellikle iki şekilde yaparız. Bir başkalarını yargılayarak, iki başkalarına karşı aşırı hayranlık duyarak ve onları idolleştirerek. Yani diğer insanları sizi delirten, tırnak içinde sizi gıcık eden amiyane tabirle yönlerine şöyle bir bakın. Ya da kimleri idolleştiriyorsunuz? Kimlere aşırı hayranlık duyuyorsunuz? Bir gözlemleyin. Bunlar size çok fazla şey anlatacak. Çünkü başka insanlar bizim yüzleşmekten çekindiğimiz, bastırdığımız reddettiğimiz o yönleri tetikleyerek bizi bize gösteren aynalarımızdır aslında. Mevlana zamanında ne güzel söylemiş. İnsan insanın aynasıdır. Yüzünü görmek isteyen cama bakar, özünü görmek isteyen cana bakar. Yani nefret ettiklerimiz de diğerlerinde nefret ettiklerimiz de, diğerlerinde hayranlık duyduklarımız da bir şekilde biz bize yansıtıyor. Kabul etmesi çok zor geliyor değil mi? İlk başta yani. Nasıl ya? Yani ben mesela sıklıkla eleştirdiğim hayatta ben bunu yapmam dediğim ay ne kötü dediğim o şeyler aslında bende de mi var? Ya da bir şekilde benle ilgili bir şeyi mi bana anlatıyor? Şöyle düşünün. Diyelim ki bir kişi gerçekten sevilmeye karşı çok aç, kendini içten içe çok değersiz hissediyor. Sevilmek istiyor ancak bunu kabullenmekte zorlanıyor ve bu isteğini ısrarla bastırıyor, reddediyor. Bu tarz bir kişinin diğer insanların yaşadıkları ilişkileri, aşk ilişkilerine romantik ilişkileri, sıklıkla yargılaması suçlaması ya da benim hiç ilişkiye ihtiyacım yok. Hiç istemiyorum demesi olasıdır ve bunu yaptığında aslında içten içe o bastırdığı özlemini yansıtıyordur. Ya da kendi içerisindeki dişil ya da erkeksi yönlerini reddeden bir kişi.
Bu yönleri fazlasıyla gösteren bir başka insanı çok eleştiriyor, yargılıyor olabilir ya da sürekli bu insanlar hakkında konuşuyor olabilir. İşte yine bunu yaparak da aslında kendi içindeki bastırdığı o gölge yönünü yansıtıyordur. Bazı insanlar vardır ki sürekli olmaması gereken şeyler hakkında konuşurlar. Sürekli birilerine karşı suçlayıcı ve yargılayıcılardır. Aslında bu durumda çoğu kişi kendi gölgesini yansıtıyordur. Aklıma Nietzsche’nin şu sözü geldi. Kim namus ve ahlak şövalyelik yapıyorsa bilin ki en namussuz odur. O zaman şöyle bir düşünün. Neler en çok sizi tetikliyor? En çok neleri yargılıyorsunuz? En çok neyin ardından aşırı reaksiyonlar veriyorsunuz? Ya da sonradan pişman olacağınız tepkileri gösteriyorsunuz? Sizi tetikleyen bu olaylar sizi sizinle ilgili ne anlatıyor olabilir? Acaba hangi ihtiyacınızla ilgili olabilir? Kişinin kendi bölgeleriyle yüzleşebilmesi için öncelikle kendi duygu, düşünce ve davranışlarını gözlemleyebilmesi ve analiz edebilmesi gerekir. İşin ilginç yanı sadece kötü özelliklerimizi değil, kabullenmekte zorlandığımız için iyi özelliklerimizi de yansıtırız. Psikanalist Robert Johnson Gölgene Sahip Çık isimli kitabında bu durumu şöyle tanımlıyor. İnsanlar en karanlık yanlarından ne kadar korkarlarsa soyluluk kapasitelerinde de o kadar korkarlar. Kahramanlara tapma kapasitemiz katışıksız gölgedir. Bu durumda en iyi niteliklerimizi reddeder, bunları bir başkasının üzerine atarız. Açıklaması zordur ama çoğu zaman soylu özelliklerimizi taşımayı reddeder, onların yerine ikame bir gölge buluruz. Özetle dostlar iyisiyle kötüsüyle kendimizi bir bütün olarak kabul ettiğimiz zaman iyileşme başlayacak ve o hep aradığımız derman aslında hiç tahmin etmediğimiz bir yerde reddettiğimiz, bastırdığımız kendi benliğimizde. Gölgelerinizi fark edin ve onlara sahip çıkın, onları kucaklayın. Bir de bakacaksınız ki derdiniz dermanınız olmaya başlamış.