STOA FELSEFESİ İLE HUZURA DOĞRU – Sakin Bir Zihin İçin Stoacılık

Tıkınırcasına sezonlarca dizi izlemek, başımızı telefonlarımızdan kaldıramamak, amaçsızca sosyal medyada saatler geçirmek. Sahi neden kaçıyoruz? Acaba kendimizden ya da susmayan zihinlerimizden mi? Zihnimizi sakinleştirebilmek için binlerce yıllık araçlardan faydalanabiliriz. Bunlardan bir tanesi de stoacı felsefe. Bakalım bir parça huzur için antik dönemlerden gelen bu öğreti bize neler söylüyor? Felsefede önemli bir yere sahip olan Stoacılık, milattan önce 3’üncü yüzyıl civarında Atina’da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan bir felsefe okuludur. Stoacılara göre insan, doğa ile bir bütündür ve huzurlu olabilmesi için o parçası olduğu doğaya uygun şekilde hareket etmesi gerekir. Stoacılar, insan arabaya bağlanmış bir köpektir derler. Eğer akıllıysa onunla beraber koşar. Bu metafor da araba doğadır. Onlara göre mutluluğun yolu insanın, doğanın yasaları ile uyum içerisinde yaşamasına bağlıdır. İnsan zihninin, çarpıtılmış algılarından arındırılarak olanı olduğu gibi görebilmesi ve olanı olduğu gibi kabul edebilmesi, sakince, sükunetle karşılayabilmesi esastır. Peki gelelim stoacıların huzurlu bir zihin için önerilerine. Gereğinden önce dertlenmek, gereğinden fazla dertlenmektir. Seneca, Vaktinden önce mutsuz olma. Çünkü bir acıyı düşünmek, acıyı yaşamaktan daha fazla acıtacaktır insanın canını demiştir. Henüz gerçekleşmemiş olan olaylarla ilgili bazen o kadar çok kaygılanırız ki ya şöyle olursa ya böyle olursa ya o da olursa diye. Bazen hakikaten de normalde o acının bizde yaratacağı acıyı ikiye, üçe katlarız. Çünkü biz olay olmadan çok daha önce üzülmeye ve endişelenmeye başlamışızdır. Seneca, insanların şu an gerçekte var olan şeylerden çok, ya geçmişte olmuş bitmiş şeylerle ilgili ya da gelecekte olmasının olası olduğunu düşündükleri konularla ilgili sürekli endişe içinde bulunduklarını belirtir. Şimdi hatırlarsanız stoacılık doğa yasalarıyla hareket edelim diyordu. Doğaya baktığımızda ise diyor stoacılar,

mesela hayvanlara baktığımızda hayvanların bu şekilde yaşamadığını görüyoruz. Doğada yaşayan hayvanlar herhangi bir tehditle karşılaştıklarında mesela diyelim ki vahşi bir hayvanla karşılaştı bir diğeri bir tehdit hissettiği zaman o tehdidi algılar algılamaz endişelenmeye başlar ve kaçar. Fakat bir kez kaçtıktan sonra ve eğer kurtulduysa sonrasında onunla ilgili düşünmeyi bırakır ve otlamaya devam eder kaldığı yerden. Yani bununla ilgili olarak senaryolar yazmaz, gelecek endişesi yaşamaz. Bu düşünceyi Stanford Üniversitesi’nin efsane hocalarından nöroloji, biyoloji ve beyin cerrahisi uzmanı Robert Sapolsky, Zebralar Neden Ülser Olmaz adlı kitabında ele almıştı ve insanların yaşadığı bu durumun sebebinin aslında onları diğer hayvanlardan ayıran ileri düşünme yetenekleri olduğunu vurgulamıştı. Zebralar neden ülser olmaz? Çünkü onlar andadadır. Geçmişin pişmanlıkları, öfkeleri ya da geleceğin kaygılarıyla uğraş olmazlar. O an için aslan eğer onu kovalarsa kaçmaya başlar, kurtulursa kurtulur ve otlamaya kaldığı yerden devam eder. Kurtulamazsa zaten mevzu bitmiştir. Benzer bir şekilde Epiktetos’da ölümle ilgili endişelenmemizin yersiz olduğuna değinip şöyle demiştir. Bir gün ölmek zorundayım. Eğer şimdi ise şimdi ölürüm. Eğer değilse şimdi öğle yemeği almaya gideceğim. Çünkü öğle yemeği zamanı geldi. Ha ölüm mü? Onunla daha sonra ilgileneceğim ve bu durum, bu konu bana yine Epiküros’un şu sözünü hatırlattı “Eğer ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum. O zaman bilinçli olarak deneyimleyemeyeceğim bu şey için neden endişe edeyim ki?” Hisler geçicidir. Benim de pek çok videomda vurguladığım gibi hislerin geçici olduğundan stoacılar da bahsediyor. Marcus Aurelius, “Kendime Düşünceler” adlı eserinde şöyle diyor “Pek çok durumda Epikouros’un acı her zaman dayanılmazdır, ancak sonsuz değildir sözünü kendine her zaman hatırlatmalı ve acıyı hayal gücüyle devleştirmemelisin.

Kendimizi kötü hissettiğimizde çoğumuz bedensel duygularımıza ya da hislerimize odaklanıp neden böyle hissediyorum? Ne oluyor? Yoksa depresyona mı girdim? Yoksa şizofren miyim? Yoksa kanser miyim? Niye bu kadar halsizim? Ya hep böyle oluyor ya hep böyle olursa ve ileride de böyle olursa ya her şeyi çok daha kötü olursa gibi düşüncelerle bir şekilde var olan durumu, var olan hislerimizi, düşüncelerimizi sürekli didikleyip dururuz ve sonunda bunu daha büyük bir kördüğüm haline getiririz. Hislerin gelip geçici olduğunu bilmek ve onları adeta sakince kıyıya vuran dalgalar gibi, kıyı vuran dalgaların gelip gidişi gibi ya da gökyüzünden geçen bulutların geçişi gibi sakince ve tarafsızca izleyebilmek işte huzurun en önemli anahtarlarından bir tanesi bu. Ya hele iyi diyorsun da yapması kolay mı? Diyen ve henüz şu video mu izlememiş olan kişiler videoda bu konuda çok etkili bir tekniği öğrenebilirler. Büyük resime odaklan. Seneca, “Hata yapmamızın nedeni hayatın belli kısımlarını göz önüne alıp büyük resme yani tüm hayata bakamamamızdır” der. Bazen yaşam yolculuğumuzda belirli zaman dilimlerinde üzücü, yıkıcı şeyler yaşayabiliriz. Bu çok normal, çoğumuzun başına gelen bir durum. Böyle bir durumun ardından ne yazık ki çoğu zaman bir mutsuzluk ve umutsuzluk sarmalına giriyoruz ve sanki bundan sonra da yaşamımız hep böyle gidecekmiş ya da hatta daha da kötü olacakmış gibi düşünebiliyoruz. Oysa bu gibi zamanlarda şöyle karenin biraz dışına çıkmaya çalışmak, o büyük resmi görmeye çalışmak, bunun hayatımın geçici bir dönemi olduğunu ve şimdi böyle olmasının gelecekte de ille de böyle olması gerektiği anlamına gelmediğini fark etmek bizi bir parça daha huzurlu hissettirebilir.

Zorlama, direnme, doğanın planına güven. Bu Wu Wei felsefesi videomuzu hatırladınız mı? İşte stoacılıkta da tıpkı Wu Wei’de olduğu gibi yaşama direnmekten ve onu zorlamaktansa değişmeyecek olanı kabul etmek ve ona uyum sağlamak, kabule geçmek esastır. Epiktetos, “hayatta sanki bir yemek davetindeymişsin gibi davranmayı unutma. Bir şeyi dönüp dolaşıp sana kadar gelmişse elini uzat ve kibarca payına düşeni al. Gidiyorsa alıkoymaya çalışma. Henüz önüne gelmemişse iştahla kendine doğru çekme. Önüne gelene kadar bekle” der. Stoacılara göre özgürlük. Yaşamda değiştiremeyeceğimiz şeylerin farkına varmakla başlar. Yaşamda bazı şeyler bize bağlıyken, bazıları ise değildir. Örneğin hava durumu, bazı krizler, doğal afetler, mesela günümüzdeki pandemi gibi bazı faktörler ne yazık ki değiştiremeyeceğimiz alanda bulunan faktörlerdir ve bununla ilgili yapabileceğimiz çok fazla bir şey yoktur. Bazıları ise bizim kontrol alanımızdadır yani değiştirebileceğimiz faktörlerdir? Örneğin tepkilerimiz, eylemlerimiz, fikirlerimiz kendi değiştirebileceğimiz alanda olan unsurlardır. İşte stoacılara göre erdemli insan daha çok değiştirebileceği alana odaklanır. Değiştiremeyeceklerini ise kabule geçer. Stoacıların bu konuyla ilgili bir de ok metaforu vardır. Bir okçu olduğunuzu düşünün ve bir hedefi vurmaya çalışıyorsunuz. Şimdi bir yarışmaya katılacaksınız. Hedefi 12’den vurmak amacınız ve bununla ilgili kendi kontrolünüz de olan şey. Yani değiştirebileceğiz şey nelerdir? Mesela çok iyi egzersiz yapmak, sürekli çalışmak, bununla ilgili antrenman yapmak, belki en iyi malzemeleri kullanmak, o malzemelerin bakımını sağlamak. Fakat bunun dışında çok da fazla bir şey yoktur. Ve o gün geldiğinde, yani yarış günü geldiğinde siz bir şekilde hedefe oku attığınızda artık o noktadan sonraki olaylar sizin kontrolünün dışındadır. Yani o anda ortaya çıkan bir rüzgar sizin atışınızı eğer mahvederse bu kontrol dışı alandadır ve bu noktada kabule geçmekten başka yapılacak bir şey yoktur.

Başına gelen olaylar değil, o olaylarla ilgili düşüncelerin seni kederlendirir. Epiktetos, insanları kederlendiren eşya ve hadiseler değil fakat bunlar hakkındaki fikirleridir. Mesela ölüm bir felaket değildir. Eğer bir felaket olsaydı Sokrates’e de öyle görünecekti. Fakat ölümün bir felaket ve şer olduğu hakkındaki kanaat. Asıl felaket budur der. Epiktetos’e göre insanlar olaylardan değil, bakış açılarından dolayı acı çeker. Günümüzde bilişsel davranışçı terapiler de aslında tam olarak bunu söylüyor. Hatta tipik olarak şu örnek verilir. Eğer yolda yürürken birisine selam verirseniz ve karşıdan gelen kişi sizin selamınızı almazsa, bu durumda bu olayı eğer şu şekilde yorumlarsınız. Selamımı almadı. Beni sevmiyor, kimse beni sevmiyor diye yorumlarsınız, üzülürsünüz. Eğer aynı olayı görmede herhalde dikkati çok dağınık diye yorumlarsınız. Bu durumda da daha nötr bir duygu içerisinde olursunuz, bir şey hissetmezsiniz ya da belki o kişiyle ilgili meraklanırsınız. Neden bu halde diye. Ya da Ne bileyim bu ne küstahlık, nasıl benim selamımı almaz derseniz, bu durumda da öfke hissedersiniz. Bakın aynı olay üç dört farklı duygu durumundan bahsettik. Dolayısıyla mühim olan başınıza gelenler değil, bunları nasıl yorumladığınızdır. Benzer öğretileri Zen felsefesinde, tasavvuf felsefesinde de görüyoruz. Belli ki insanlar dünyanın dört bir tarafında binlerce yıldır bir parça huzurun peşindeler ve çözüm olarak benzer noktalara geliyorlar. İşte bu noktalar iyi güzel de peki bunları hayata nasıl geçirebilirim? Hayatta hangi teknikleri uygulayarak bu öğretileri hayata geçirmiş olurum? Merak ediyorsanız eğer, kanalı şöyle bir incelemenizi oynatma listelerine göz atmanızı öneririm.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir