8 Dakikada Jung’un 4 Temel Arketipi

Carl Gustav Jung’un psikoloji dünyasında kazandırdığı en çarpıcı kavramlardan biri de arketiplerdir. Bu videoda Jung’un dört temel arketipinden bahsedeceğim. Kendi psikolojik yapınızı anlamaya ve insan ruhunu keşfetmeye dair bir yolculuğa hazırsanız başlayalım.  

Arketip kelimesi Yunanca başlangıç, ilk, köken anlamlarına gelen arke kelimesi ile kalıp, model anlamlarına gelen typos kelimelerinin birleşiminden türetilmiştir. Yani arketip bir şeyin ilk ve temel örneği, kendisinden sonra gelen tüm benzerlerinin örnek aldığı ana model anlamına gelir. İşte Jung bu etimolojik kökenden yola çıkarak arketipleri insan zihninin doğuştan taşıdığı psikolojik kalıplar olarak tanımlamıştır. İnsanların gösterdiği çoğu ortak davranışın altında bu modeller, bu kalıplar yatar.  

Jung insan ruhunu temelde üç katmanda inceliyordu. Bu katmanlardan biri bilinç katmanı. Burada ego, yani bilinçli zihin kısmımız bulunuyor. Bu kısım, bireyin kendisinin farkında olduğu, düşündüğü, karar verdiği ve ben dediği zihinsel alandır. Ancak kendilik ya da benlik dediğimiz şey sadece egodan oluşmaz. Benlik, farkında olmadığımız kısımları da içeren daha geniş bir yapıdır. Ego ise bilinç düzeyinde farkında olunan kısımları içeren daha küçük bir yapıdır. Bilinç katmanından aşağıya doğru indiğimizde bilinç dışı katmana geliriz. Bilinç dışı katmanı ise temelde iki bölümde inceler Jung. Bunlardan biri bireysel ya da kişisel bilinç dışı, diğeri ise kolektif bilinç dışıdır. Bireysel bilinç dışı, bireysel olarak yaşadığımız ve bir şekilde bilinç dışına bastırdığımız, ittirdiğimiz bireysel anıları, duyguları, özellikleri içeren bir alandır. Kollektif bilinç dışı ise bir tür olarak insanlığın, tüm insanlığın paylaştığı ortak bilgi ve deneyimleri içerir. Atalarımızdan miras kalan ve tüm insanlarda ortak olan bir alandır. Jung’a göre arketipler evrenseldir, kültürlerden bağımsızdır, tüm kültürlerde ortak olarak görülür ve bireysel yaşantılarla değil, insanlığın ortak psikolojik geçmişiyle şekillenir. Dolayısıyla arketipler de kolektif bilinç dışından kaynaklanır, oradan gelirler. Şimdi gelin bu arketiplerden en temel dört tanesini inceleyelim.  

İlk bahsedeceğimiz arketifimiz persona. Persona Latince maske anlamına gelir. Kişinin dış dünyaya taktığı maskelerdir. Çevreye uyum sağlayabilmek, toplumca kabul edilebilmek, sevilebilmek, değerli olabilmek için dış dünyaya taktığımız duruma göre pek çok maskemiz vardır. Aslında persona, gerçek doğamızı saklayan süslü bir vitrindir. Topluma uyum sağlamamıza yardımcı olduğu için persona bir miktar gereklidir. Ancak persona ile fazlasıyla özdeşleştiğimizde kendimizi ondan ibaret sanmaya başlarız ki bu da bizi gerçek benliğimizden uzaklaştırır. Hatta personamız ne kadar güçlü ve mükemmelse, gölgemiz o kadar büyük demektir.  

İkinci bahsedeceğimiz arketipimiz gölge arketipi. Gölgeyi kabul edemediğimiz için bilinç dışına ittiğimiz, bastırdığımız arzular, istekler, zaaflar, anılar, eksiklikler, yaralar, reddedilmiş parçalarımızı içeren kısımdır. Gölge kültürel normlara ve beklentilere uyma çabamızdan oluşur aslında. Toplum tarafından ya da diğerleri tarafından kabul görmeyeceğini, onaylanmayacağını düşündüğümüz kendimize ait parçaları bastırırız. Ancak sadece bu şekilde değil, kişinin kendi ahlaki değerleri açısından da kabul edilemez olarak düşündüğü parçalarını da içerebilir. Örneğin kıskançlık, önyargı, nefret, saldırganlık gibi unsurlar da burada olabilir. Gölgedeki her özellik tırnak içinde kötü ya da çirkin değildir. Fark edilmemiş fakat bir zamanlar kötü olduğuna inandığımız için bastırdığımız potansiyelimizi, yeteneklerimizi de içerebilir. Gölge karanlıktır çünkü buradaki özelliklerimizin farkında değilizdir. Kişinin kendi merkezine doğru yani kendinden kendine doğru yaptığı yolculukta ilk tanışması gereken arketipsel öğelerden bir tanesi kendi gölgesidir. Çünkü kendilik ya da benlik dediğimiz şey sadece bilinen ve istenen parçalarımızdan oluşmaz. Otantik benliğimize ulaşabilmemiz için gölgelerimizle de tanışmamız ve barışmamız gerekir. Bu konuda detaylı bilgiyi şu videomda bulabilirsiniz.  

Ve üçüncü arketipimiz, anima ve animus. Her erkeğin ruhunda bir parça kadınsı yön, her kadının ruhunda da bir parça erkeksi yön vardır. Anima erkek ruhunun dişil kısmı iken, animus kadın ruhunun eril yönünü temsil eder. Dişil yönler empati, güven, şefkat, sezgi, başkalarıyla duygusal bağ kurma gibi özelliklerken, eril yönler ise mantıksal düşünme, problem çözme, harekete geçme, kararlılık, güç, otorite gibi özellikleri içerir. Erkek ya da kadın içindeki bu parçayı fark eder ve onu kabul ederse bunu kendi kişiliğiyle bütünleştirir ve bunun hayatındaki olumlu yansımalarını yaşar. Ancak tam tersine bu parçasını reddederse bu sefer de bu reddedişin olumsuz yansımaları hayatında görülür. Örneğin, dişil yönünü baskılayan bir erkek bunun sonucu olarak kadınları aşağılama, kadın düşmanlığı ya da kadını aşırı idealize etme, kendine ve duygularına yabancılaşma yoluna gidebilir. Elin yönünü baskılayan bir kadın da özgüven eksikliği, pasiflik, harekete geçememe, erkek figürlere aşırı reaksiyon gelişebilir. İçimizdeki anima, animus ile barışmak ise iç dengeyi ve ruhsal olgunluğu getirir.

Dördüncü bahsedeceğimiz arketip, tüm kişisel gelişim eğitimlerin, tüm terapilerin, tüm kendimize yaptığımız yatırımların aslında en nihai hedefi, bütün olan benliğe ulaşmak. Dördüncü arketipimiz, self arketipi. Dilimize ben arketipi ya da kendilik arketipi olarak çevrilebilir. Jung’a göre psikolojik olgunluk için en nihai amaç kendilik ya da ben arketipine ulaşmaktır. Doğduğumuzda bir bütün olan kendiliğimizin bazı parçalarından kabul görmek, onaylanmak, sevilebilmek uğruna vazgeçeriz. Dolayısıyla bir bütün olan kendilik bölünür. Bazı parçaları bastırılır, reddedilir, gölgeye atılır. Bu durum, yani kişinin belirli parçalarını reddetmesi kişinin hayatında bazı problemlere yol açar. Sonuçta kişinin yaşamı, ilişkileri, ruhsal ve bedensel sağlığı bu durumdan etkilenir. İşte kendilik arketipine ulaşmanın yolu, kişinin bu reddettiği bilinç dışı parçalarını fark edip onlarla yüzleşmesi ve bu parçaları kendine entegre etmesidir. İşte ruhun bu şekilde tam bütünleşmesi sağlandığında kişi birlik, bütünlük ve uyumu hisseder. Kişinin zaaflarıyla, eksiklikleriyle, yaralarıyla, farkında olmadan bastırdığı yönleriyle yüzleştiği ve barıştığı bu sürece Jung bireyleşme der. Jung’a göre self ya da kendilik ya da ben arketipi içimizdeki tanrıdır adeta. Ona göre kendini tanımak, tanrı imgesine yaklaşmak demektir. Yani insan kendi derinliğine indikçe evrensel olanla da bağlantı kurar. Tasavvufta da kendini bilen Rabbini bilir, sözünü duymuşsunuzdur. İster Mevlana’yı dinleyin, ister Jung’u. Özetle ikisi de aynı şeyi söylüyor. Hakikat dışarıda değil, içeride. Kendi gölgene bakmadan, duygularını anlamadan, seni yöneten arzuları tanımadan sen sadece bir maskesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir