ANDA KALMAK PALAVRA MI?
Geçenlerde komedyen Hasan Can Kaya’nın bir konuşmasında “Anda kalmak bence çok saçma bir öneri. Diyelim ki eve haciz geldi, ben niye anda kalayım ki? O sırada ben geçecek, geçecek diye kendimi avutuyorum” dediğini izledim. Ve sonra anladım ki sanırım bu anda kal önerisi biraz yanlış anlaşılıyor. Gelin biz bu işin doğrusuna ve aslında kastedilenin ne olduğuna biraz daha yakından bakalım. İlk yanlış anlaşılma ile başlayalım. Günün her saati, her dakikası, her saniyesi an’da olmak zorunda mıyız? Tabi ki hayır. Zaten istesek de bunu başaramayız. Eğer bunu yapabiliyor olsaydık mesela geçmişle ilgili dersler çıkartıp analizler yapamazdık ya da gelecekle ilgili planlar yapamazdık. Ayrıca günlük bazı işlerimizi hızlıca gerçekleştirebilmek için an’da olmadığımız otomatik pilot modunda olmamız gerekiyor bazen. Otomatik pilot modu, alışkanlıklarımız ile ezbere hareket ettiğimiz ve genellikle an’da olmadığımız bir moddur. Otomatik pilot modunun fazlası zararlıdır. Bunun detaylarını önceki videolarımda anlatmıştım. Ancak bazen de gereklidir. Aksi takdirde günlük rutin yaptığımız işlerde her seferinde sanki ilk kez onu yapıyormuşçasına vakit kaybedebilirdik. Yani ikisi de kararında ve bazen gereklidir. Ancak bugün genel olarak baktığımızda yaşamın bu hızlı koşuşturması içinde çoğumuzun günün tamamına yakın bir süresinde otomatik pilot modunda olduğunu görüyoruz. Bu da beraberinde dikkat ve farkındalığın düşmesi ve stresle ilgili sorunları getiriyor. Her an değil belki ancak günün belirli vakitlerinde an’da olmak iyi bir beceridir. Bu sizin dikkat ve psikolojik dayanıklılık becerilerinizi güçlendirir, sizi sakinleştirir, dinlendirir ve odaklanma becerilerinizi güçlendirir. Ve bu, hakemli dergilerde yayınlanmış bilimsel çalışmalarla da kanıtlanmış bir durumdur. Peki gerçekten de anda kalabiliyor muyuz? Eğer siz gidip de kelimenin tam anlamıyla bunu algılayağım ben diyorsanız o zaman elbetteki an’da kalmak çok da mümkün bir şey değil.
Çünkü an’da kaldığınızı fark ettiğiniz an bile o an akıp gitmiş oluyor. Dolayısıyla tam anlamıyla o saniyede salise de kalmak elbette mümkün değil. Ancak burada an’da kalmaktan kasıt şu: Benim şu anda, şimdi ve burada olan biteni algılamam ve bu algılamanın bende yarattığı duygu, düşünce ve duyumları yargılamadan, şefkatle kabul edebilmem ile ilgili bir kavram. Şimdi burada kabul deyince o da yanlış anlaşılabiliyor. Mesela “Ne yani kabul edelim de hiç çabalamayalım mı? Vaz mı geçelim bir şeyleri değiştirmek için? Kabul edelim de keder denizinin içinde yüzelim mi?” Yine burada kabul etmekten kasıt, vazgeçmek ve daha iyi bir yaşam için çabalamaktan vazgeçmek ya da birtakım duygulara boyun eğmek, onların içerisinde savrulup gitmek ya da bir şeylere katlanmak değil, kabul etmek, o duygunun orada olmasına daha çok izin vermekle ilgili bir kavram. Duyguları bastırmak ya da kaçınmak o duygulardan bazen gerçekten de işimize yarayabilir. Örneğin stresli bir günün ardından akşam eve geldiğimde bir şeyler izleyerek kafamı dağıtmak ya da yaptığım mesela çatışmalı bir görüşmenin ardından biraz yürüyüşe çıkmak, kafamı dağıtmak gerçekten de iyi gelebilir. Ya da eve haciz geldiği anda evet bunlar da geçecek, bu hep böyle olmayacak diye düşünmek bana gerçekten de iyi gelebilir. Aşırıya kaçılmadığı sürece bu da bir duyguyla baş etme stratejisidir ve zaman zaman kullanılabilir. Ancak bastırma ve kaçınmayı bir alışkanlık haline getirdiysek, hayatımızın her alanında, her anında çoğunlukla duygularımızı bastırıyorsak ya da onlardan kaçınıyorsak, onlarla yüzleşmeyi reddediyorsak bunun beraberinde getirdiği birtakım sıkıntılar var
tabi. Bir kere gerçekle yüzleşmemiz her seferinde geciktiriliyor ve belki de o gerçeği değiştirebilmek için atmamız gereken adımları atamıyoruz. Örneğin eşiyle sık sık sorunlar yaşayan, belki de eşinden psikolojik ya da fizyolojik şiddet gören bir insan, bunun onda yarattığı öfke ve hayal kırıklığını her seferinde bastırıyorsa, görmezden geliyorsa, bir süre sonra bu durumu değiştirebilmek, belki bu ilişkiden çıkmak ya da bu ilişkiyle ilgili başka bir adım atmakla ilgili o aksiyonu hiçbir zaman yerine getiremeyecek. Ayrıca sürekli duyguları bastırma ya da onlardan kaçınma işine girdiğimizde bir süre sonra kendimize ve kendi duygularımıza karşı yabancılaşıyoruz hissizleşmeye başlıyoruz. Ne hissettiğimizi çok da fark etmiyoruz. Dolayısıyla davranışlarımız daha çok şuursuz tepkiler oluyor. Bilinçli yanıtlar değil, şuursuz tepkiler. Çünkü bir şekilde bastırılan duygular yok olmuyor, gitmiyor. Onlar oradalar. Form değiştirerek ve farklılaşarak hayatımıza girmeye devam ediyorlar. Bu bazen bedensel ya da ruhsal hastalıklar oluyor, bazen de mesela ani öfke patlamaları olabiliyor. Uygunsuz tepkiler olabiliyor. Yani bir şekilde o bastırılan duyguları biz yansıtıyoruz birilerine ve bir şeylere acı duyguları bastırdığımız da bir süre sonra aslında onların esiri oluyoruz. Farkında değiliz. Onların esiri bir yaşam sürüyoruz. Çünkü onlar oradalar ve bir şeylere yansımaya devam ediyor. Oysa onların esiri değil, efendisi olabiliriz ya da onlarla barış içinde birlikte kalabiliriz. Anda olanı fark etmek ve kabul etmek aslında acıya da tatlıya da aynı uzaklıkta olmak demek. Neyi mi kastediyorum? Şimdi aslında an’da olmanın belirli aşamaları var.
Yani sadece an’da olanı fark etmekle kalmıyoruz. Biraz bunlardan bahsedelim. Örneğin bunlardan biri an’da olanı fark ettiğimizde onu yargısızca, herhangi bir etiket yapıştırmadan İyi, kötü, korkunç, çirkin diye bir etiket yapıştırmadan ya da onunla ilgili felaket senaryoları yazmadan tarafsızca ve sakince izleyebilmek gibi. Örneğin eve haciz geldiğinde lanet olsun, eve haciz geldi, eşyalarımı topluyorlar, ya rezil oldum bittim mahvoldum. Ben ne kadar da başarısız bir insanım zaten bu hayatta neleri başardım ki? Hep böyle oldu bunlar hep mi benim başıma gelir? Hayatım bitti, mahvoldu. Ne kadar berbat bir hayatım var. Bundan sonra da hep böyle olacak. Hatta daha beter olacak şeklinde düşüncelere kapılmak an’da olmak değildir aslında. An’da olmayı bize öneren yaklaşımlar aynı zamanda an’da fark ettiklerimizi kendimizden ayrıştırmayı da önerir. Yani bu düşünceler zihninden geçiyorsa bile evet onları fark edersin, ancak onları tarafsızca izlersin. Sadece onların duygusal seline kapılıp boğulmazsın. Çünkü düşüncenin mutlak gerçeklik olmadığını, düşüncelerin çoğu zaman gerçeği değil, gerçekliğin çarpıtılmış bir algısı olduğunu ve bunun sonucunda oluşan duyguların, hislerin, duyumların, bedensel duyumların geçici olduğunu bilirsin. Tabi tüm bu anlattıklarımı anlatmak kolaydır ama uygulamak biraz çaba gerektirir. Biraz biraz bilgi ve birtakım egzersizleri sıralı bir şekilde yapmayı gerektiriyor. Çünkü bazı şeyleri yaptıkça bu bilgileri daha fazla özümsemeye ve hayata geçirebilme başlıyoruz. Zen felsefesinde bu anda fark ettiklerimizi tarafsızca yargısızca iyi kötü ya da korkunç diye etiketlemeden çocuksu bir merakla ve bir keşif duygusuyla bakabilme işine başlangıç zihnine dönmek deniyor.
Yine Taocu felsefede de bu durum yontulmamış kütük kavramıyla anlatılıyor. Daha önce Wu Wei videomda anlatmıştım ancak burada da şöyle kısaca özetlemek gerekirse neden yontulmamış kütük konumuna geri dönmek diyorlar. Çünkü bir şekilde biz doğduğumuz andan itibaren annemiz, babamız, arkadaşlarımız içinde yaşadığımız toplum tarafından yontuluyoruz ve o yontulmamış kütük olarak başladığımız hayat da bir süre sonra bu yontulmaların etkisiyle olanı olduğu gibi algılayamıyoruz. İşin içerisine önyargılarımız, yaşanmış tecrübelerimizin bizde yarattığı bir takım sonuçlar giriyor. İşte bir şeylere tarafsızca yaklaşabilmek için, gerçekten tarafsızca yaklaşabilmek için o başlangıç zihnine ya da yontulmamış kütük konumuna geri dönebilmeyi de gerektiriyor an’da olabilmek. Bunu yapabildiğimizde an’da fark ettiklerimiz ne kadar berbat olursa olsun kendimizi koruyabiliyoruz. Aslında ne kadar anlatırsak anlatalım, bu an’da olana odaklanmak, onu fark etmek, onu yargılamadan, şefkatle kabul edebilmek olayı böyle anlatılarak değil de deneyimleyerek daha çok öğrenilen bir şey. Tıpkı bisiklete binmek ya da yüzmek gibi. Bir şekilde bisiklete binmeyi ya da yüzmeyi birilerinden dinleyerek öğrenemezsiniz. İllaki o deneyimi yaşamanız gerekir. Eğer siz de bu deneyimi yaşamak, bir başlangıç yapmak isterseniz bununla ilgili minik 6-7 dakikalık bir egzersizi içeren videomun linkini yorumlara koydum. En başa sabitledim. Bu videodan sonra onu izleyerek deneyimleyebilirsiniz. Psikoloji ve kişisel gelişim eğer ilgi alanınız içerisindeyse kendinizi daha yakından tanıyabilmek ve bu zorlayıcı dünyada psikolojik dayanıklılığınızı arttırmak ve bununla ilgili teknikleri öğrenmek istiyorsanız doğru kanaldasınız. Her hafta bu konularla ilgili yeni içerikler paylaşıyoruz. Eğer yeni videolardan haberdar olabilmek istiyorsanız lütfen kanala abone olmayı unutmayın.