ACI VEREN DUYGULARLA BAŞ ETMENİN EN İYİ YOLU
Gam, keder, korku, kaygı, pişmanlık, suçluluk, öfke gibi pek çok duyguyu acı verici ya da olumsuz duygular olarak etiketleriz ve çoğunlukla bunlardan kaçarız ya da bunları bastırmaya çalışırız. Peki, bu duygularla baş etmenin en sağlıklı yollarından biri nedir? Ne yaparsak? Bedensel ve ruhsal sağlığımızı daha iyi koruyabiliriz. Bununla ilgili ipuçları bu videoda. Acı ya da tatlı, olumlu ya da olumsuz aslında tüm duygular iç dünyamızın bize gönderdiği sinyallerdir ve bize bizi anlatırlar. Aslında bizim kim olduğumuzu, değerlerimizi, neye ihtiyacımız olduğunu, nelerin bize iyi geldiğini ya da gelmediğini, hayatta bizim için en önemli şeylerin ne olduğunu, şu anda hayatımızda nelerin yolunda gittiğini, nelerin yolunda gitmediğini bize anlatırlar. Yanlış anlamayın bunu sizi mutlu etmek ya da mutsuz etmek için yapmazlar. Aslında duygularımızın tek derdi bizim canlılığımızı sürdürmektir. Yani aslında tek amacı hayatta kalmamızdır. Duygular sayesinde insanoğlu yüz binlerce yıldır türünü devam ettirdi. Örneğin korku duygusu olmasaydı belki de doğada gereksiz risklere girecek ve hayatımızı tehlikeye atacaktık. Ya da ne bileyim mesela tiksinti duygusu olmasaydı belki de bize zararlı gelebilecek birtakım gıdaları tüketecektik ve bunun sonucunda yine ölüm riskiyle karşı karşıya kalacaktık. Duygular canlılığımızı sürdürme çabamızla ilgili olduğu için onları yok saymak ya da onları bastırmak tam tersi bir etki ile sonuçlanabilir. Bunu sürekli suya bastırmaya çalıştığınız bir top gibi düşünün. Topu suya doğru bastırdıkça daha da yüksek bir ivmeyle yukarıya doğru fırlayacaktır. Canlılığı sürdürme, hayatta kalma o kadar güçlü bir güdüdür ki onu bastırarak, ondan kaçarak ya da onu yok sayarak onu susturamazsınız. Bu yüzden de size acı veren ve yüzleşmek istemediğiniz, bu yüzden de bastırdığını kaçtınız ya da yok saydığınız o duygular bir süre sonra biçim değiştirerek ve daha da şiddetlenmiş bir şekilde tekrar karşınıza çıkabilirler. Örneğin sebebi bulunamayan ağrılar, sebebi bulunamayan çeşitli hastalıklar ve aslında daha pek çok durumun altında bastırılmış duygular yatar. Peki iyi hoş yani bastırmayın diyorsunuz da ne yapalım yani oturup sürekli halimize mi ağlayalım? Diyeceksiniz. Elbette ki hayır diyeceğim. Peki o zaman ne yapalım? İşte bu konuyla ilgili çözüm önerilerinden en etkili tekniklerden birini ki bu teknik aslında binlerce yıllık kadim öğretilerde de yer alan ve Doğu’da Zen felsefesinde de var olan etkili bir tekniktir. Bundan bahsedeceğim sizlere. Efendim şimdiye kadar özetle dedik ki duygularımızı bastırmayın ya da onlardan kaçmayın, onları yok saymayın, çünkü onlar size bir şeyler anlatmak için oradalar. Beyniniz kendince sizi yaşamsal bir tehditten koruyabilmek için sizi duygular vasıtasıyla bir mesaj yolluyor ve eğer siz o mesajı yok sayarsanız ya da bastırırsanız ya da ondan kaçarsanız, beyniniz o görevi o kadar kendine adamıştır ki, yani sizi hayatta tutma görevine kendini o kadar adamıştır ki asla vazgeçmez. Eğer ki siz onun duygular vasıtasıyla yolladığı o mesajı almazsanız o zaman size daha şiddetli, daha başka şekillerde mesajlar yollar ve kendini anlatmaya çalışır. Bu yüzden ilk adımımız aslında beynimize sakin ol, mesaj alındı diyebilmektir. Peki bunu nasıl yapacağız? Efendim bunu yapmanın yolu o duyguları kabul etmek. Kabul etmek demek. O duyguyu fark etmek ve o duyguyu yargılamadan ya da onu değiştirmeye çalışmadan orada olduğu yerde onu gözlemleyebilmek demektir. Yani herhangi bir duygu geldiğinde bedensel etkilerini, zihinsel etkilerini bir şekilde kendimdeki onun yansımalarını sakince o duyguyla, savaşmadan ya da o duyguyu yok etmeye çalışmadan, değiştirmeye çalışmadan ama onun girdabına da kapılmadan gözlemleyebilmek demektir. Adeta sanki bir denizin kenarında oturuyorsunuz ve kıyıya vuran dalgaların gidişini ve gelişini seyrediyorsunuz. Bunun gibi kendi duygularınızı da tarafsızca yorumsuzca gözlenmeyebilmek demektir. Kabullenmek aynı zamanda bir anlamda beynimize de mesaj alındı sinyali göndermek. Çünkü biz bir şekilde o duygunun gelmesini izin verip o duyguyu gözlemlediğimiz için, yani aslında o duyguyu kabul ettiğimiz için, bir misafirimizmiş gibi görüp kabul ettiğimiz için bir süre sonra artık beynimiz sürekli sürekli tekrar tekrar o duyguyu bize yollayıp bir şekilde bizi rahatsız etmeyi bırakıyor. Çünkü tamamdır, mesaj alınmıştır diye düşünüyor. Kabullen, kabullen diyorsun da bu nasıl yapılır? Efendim, bu videoyu hazırlaman da aslında bana ilham veren şey videolarımdan birinin altına yapılan bir yorumdu. Kabullenmek diyorsunuz da bu nasıl yapılır? Aslında nasıl yapıldığını anlatan bir videoma yönlendiriyordum videonun içerisinde ama muhtemelen gidilmedi o videoya. O yüzden ben ayrıca burada da anlatmak istiyorum. Şimdi kabullenmek dediğimiz şey öyle bir şey ki yine aynı örneği vereceğim ama bisiklete binmek gibi, yüzmek gibi gerçekten de biraz sonra anlatacağım beceriler denediğinizde, deneyimlediğinizde daha anlam kazanan beceriler. O yüzden lütfen bahsettiğim videolara ya da yönlendirmelere, egzersizlere gidin ve o egzersizleri uygulayın. Gerçekten uyguladığınızda ne olduğunu tam olarak daha iyi anlamlandırabileceksiniz. Kabullenebilmek için ilk aşamamız anda olabilmek. Anı yargısızca gözlemleyebilmek becerisini kazanmaktır. Ve bu öyle bir şey ki bu geliştirilmesi gereken bir kastır. Tıpkı dikkat gibi ya da tıpkı fiziksel olarak kaslarınız gibi.
Nasıl ki şu kasımı geliştirebilmek için belirli bir süre ağırlık kaldırmak zorundaysam, işte anda kalabilme ve var olanı yargısızca gözlemleyebilme becerisini kazanabilmek için de düzenli zihnime egzersiz yaptırmam gerekir. Peki bu egzersiz ne? Efendim bununla ilgili çok etkili bir egzersizi şuradaki videomda anlatıyorum. Aşağıya da koyacağım bu videonun linkini. Efendim, özellikle bu videonun sonundaki 5-6 dakikalık egzersizi her gün düzenli olarak yaptığınızda bir süre sonra zihninizi anda tutabilme ve yargısızca gözlemleyebilmeyle ilgili becerilerinizin artmaya başladığını göreceksiniz. Lütfen ama lütfen bunu deneyin. Yani denemeden hiçbir şey yapmadan “olmuyor olmuyor” Denedim mi? Önce bir dene. Yani önce bir çaba sarf et. Hiçbir şey çabası olmuyor ne yazık ki. Zihnimiz, bedenimiz bir günde bu hale gelmedi. Bir günde birdenbire düzelmesini beklemek de çoğu zaman çok mantıklı değil. O yüzden bunun için çaba sarf etmek gerekiyor. Çünkü yerleşmiş olan alışkanlıklarımız var. Bu alışkanlıkları değiştirebilmek de belirli bir zaman gerektiriyor elbette. Her neyse kabullenebilmenin ilk aşaması. Dedik ki bir zihni anda tutabilme ve yargısızca gözlemleyebilme yeteneğini kazanmak ve bununla ilgili olarak lütfen bahsettiğim egzersizi o video giderek izleyin ve günlük olarak yapın. İnsanoğlu olarak etiketleyen ve kategorize eden bir zihin yapısına sahibiz. Bu oldukça karmaşık olan dış dünyayı algılarken çok işimize yarıyor bu kategorize etme ve etiketleme işi. Ancak bazen bize zarar verici bir hale de gelebiliyor. Kategorize etmeye, etiketlemeye, yargılamaya o kadar alışmışız ki. Mesela bir film izlediğimiz de, bir video izlediğimiz de, ne bileyim birisini gördüğümüzde bir şey, bir resme baktığımızda hemen anında başlıyoruz. Bu yargılamalarımız bazen “Aaa ne biçim saçı var”, “Ayy o küpe takılır mı hiç?”, “Ay ne biçim yürüyor”, “Ne biçim konuşuyor” gibi olumsuz yargılar olurken bazen de “Aaa ne kadar güzel bir kadın”, “Ne kadar şanslı bir adam”, “Ne muhteşem bir ev gibi” olumlu yargılamalarda olabiliyor. Aynı yargıları kendimiz için de kullanıyoruz. Yani “Ne kadar çirkinim”, “Aptalın tekiyim” işte ya da “Çok muhteşemim”, “Ben asi bir insanım” gibi farklı farklı etiketler, yargılamalar yorumlamalar yine kendimizle ilgili de kullanabiliyoruz. Ve ne yazık ki aynı şeyi duygularımız için de yapıyoruz. Herhangi bir duygu durumuna girdiğimizde özellikle bunlar olumsuz olarak nitelendirdiğimiz duygularsa mesela “of öfkelendim yine, öfkelenmemeliyim”. “Neden böyle oluyorum?”, “neden böyle hissediyorum?”, “Ya ben ne kadar zayıf bir insanım?” Ya da kaygılandığımız da “eyvah yine kaygılandım ne olacak? Ya kötü olursa” gibi birtakım yorumlamalarda yine yargılarda bulunabiliyoruz. Var olan durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyoruz. Bu yargılarımızla yorumlamalarımızla. Peki, bir şeyi değiştirmeye çalışmadan, yargılamadan, yorumlamaktan objektifçe gözlemleyebilmek olanı olduğu gibi kabul edebilmek acaba nasıl olurdu? Hadi sizinle bunu bir deneyimleyelim. Hemen şimdi Kameranızın, yani telefonunuzun daha doğrusu ön kamerasını açın ve şöyle bir ekrandaki görüntüye bakın. Ne görüyorsunuz? Gördüklerinizi dillendirin. Tanımlayın. Ekranda gördüğünüz görüntüde neler var? Bunları yorumlara da yazarsanız sevinirim bu arada. Şimdi eğer bunu yaparken şöyle dediyseniz mesela “uff saçıma bak ya”, “ayy ne kadar kötü gözüküyor” “burnum çok büyük gözüküyor ya” “ayy cildimde de lekeler var” ya da ne bileyim “Allah kahretsin ya bugün yine çok güzel gözüküyorum” gibi ifadeler kullandıysanız üzgünüm bu aşamayı getirmediniz.
Ekrandaki görüntüyü olumlu ya da olumsuz herhangi bir yargılama kullanmadan, yorum olamadan sadece tanımlamaya çalışın. Mesela bunu yaparken ekranda kahverengi saçlı bir kız görüyorum. Saçlarını yukardan toplamış. İşte halka küpeleri var. Üzerinde pembe bir gömlek var gibi. Daha objektif bir şekilde tanımlamak, yargılamadan yorumlama, adam değiştirmeye çalışmadan mesela A makyajı da çok olmuş, keşke az yapsaydı demeden daha objektif bir biçimde. Bu arada bunu yaparken fark ettiniz mi? Kendimizi, özellikle de kendimizi yargılamadan, yorum dan tanımlamaya çalışmak ne kadar zor değil mi? Bu beceri neden önemlidir? Zannediyorum biraz daha netleşiyor. Sizin için bu beceri çok önemli. Yani objektif bir şekilde yargılamadan gözlem yapabilmek çok önemli. Çünkü herhangi bir duygu durumunun içerisine girdiğimizde yargılamaya başlarız kendimizi, o duyguyu ve o yargılama başlı başına kendimizi daha da kötü hissetmemize sebebiyet verir. Mesela diyelim ki bir kaygı anı yaşıyorsunuz. O sırada vücudunuzda çok ciddi anlamda bir endişe hissediyorsunuz ve hemen ardından durumu yorumlamaya başlarız. Yargılamaya başlarız kendimizi. Allah kahretsin ya, ne kadar da zayıfın. Bak gördün mü? Gene endişe atağı geldi işte bana. Ya şimdi kalbim daha hızlı atarsa? Yeşim de elim ayağım titrer, etraftakiler fark edersin. Yaşın düşürecekler, düşüp bayılır Sam. Allah kahretsin, rezil olacağım. Bakın bunları söylediğimizde da yani bunları aklımızdan geçirdiğimizde dahi bir kaygı girdabın içerisine gireriz ve o girdabın içerisinde dönüp dururuz. Ve işin kötü yönü o girdap gittikçe büyür ve kendimizi daha da büyük bir kaygı durumun içerisinde buluruz. Halbuki kaygıyı fark ettiğimiz an durumu yorumlama dan felaket. Eleştirmeden, yargılamadan sadece onun orada olduğunu ve geldiğini kabul etsek ve gelip geçici olduğunu bilsek adeta.
Hani demiştim ya kıyıya vuran dalgalar gibi gelmesini ve gitmesini yorumlamadan, yargılamadan, değiştirmeye çalışmadan azaltmaya ya da çoğaltmaya çalışmadan izleyebilsek bir süre sonra bize ziyaretçi olarak gelen o duygu yavaş yavaş bizi terk edecek. İşin sırrı duyguların doğal ve geçici olduğunu bilmek. Onların benim sahibim değil, benim bedenimin sadece geçici ziyaretçileri olduğunu bilebilmek ve benim duygularımdan ibaret olmadığımı, aslında daha fazlası olduğumu ve kontrolün aslında benim elimde olduğunu bilebilmekten geçiyor. Özetle yapacağımız şey kendimizi, kendi duygularımızı, kendi düşüncelerimizi, kendi bedensel duyumlarımızı belirtilerimizi objektif bir şekilde gözlemlemeye çalışmak o duyguların ya da o düşüncelerin girdabına kapılmadan, onların içerisinde boğulmadan, onlarla ilgili, gelecek hakkında felaket eleştirmenler yapmadan ya da geçmişte ilgili geçmiş kötü anıları hatırlamadan sadece gözlemlemek, onları değiştirmeye çalışmadan, tarafsızca adeta dışarıdan bir gözmüş gibi kendime kendi duygu ve düşüncelerime bakabilmek. Bunu yaparken adeta bir tiyatro oyununda oyuncu rolünden çıkıp seyirci kısmına geçiyorsunuz ve seyirci koltuğuna oturup sahnedeki kendinizi seyrediyorsunuz. Hadi canım kolay mı o? Söylediğin gibi mi? Sanki ben yapamam öyle bir şey, olmaz o demeyin, deneyin. Dediğim gibi bu dinlerken belki size çok mantıklı gelmeyebilir ya da mantıklı gelse bile ne kadar etkili olduğunu fark etmeyebilirsiniz. Ancak bununla ilgili egzersizleri yaptıkça, yaptıkça ve yaptıkça göreceksiniz ki bir süre sonra gerçekten de kendi duygu, düşünce ve duyumlarınızı objektifçe gözlemleyebilme yeteneğiniz, onları kabul edebilme olanı olduğu gibi kabul etme değiştirmeye çalışmama yeteneğiniz adeta gelişiyor. Onunla ilgili kaslarınız gelişiyor. Bunun için bu becerinizi geliştirebilmek için ilk bahsettiğim egzersizin yanı sıra nehirde yüzen yapraklar egzersizini şiddetle tavsiye ederim.
Bu egzersize de şuradan ve yorumlar kısmından ulaşabilirsiniz. Efendim anda kaldık. Zihnimizi anda tutabildik. Kendimizi, kendi duygularımızı, düşüncelerimizi, bedensel belirtilerimizi duygularımızı objektif olarak gözlemleyebildik. Bir diğer aşamamız ne? Bir diğer aşamamız bu fark ettiğimiz şeylerle yani duygularımızla, düşüncelerimizle, duyumlarımızla aramıza bir mesafe koymak yani onlardan ayrışmak, onlarla bir bütün olmamak, onları benden ayrı bir kavram olarak görebilmek. Buna biz şöyle de diyebiliyoruz olan benden ya da şöyle yapalım olan benden gözlemleyen bene doğru geçmek. Neyi kastediyorum? Diyelim ki kendinizi gözlemlemeye başladığınızda fark ettiniz ki zihninizde kendinizle ilgili bazı düşünceler geçiyor. Mesela “ne kadar da aptalım”, “ne kadar da beceriksizim” gibi bir düşünce geçiyor. Bunu bu şekilde ifade ettiğinizde, yani ne kadar da aptalım dediğinizde bu durumda o duygu ya da düşünceyle kendinizi bütünleştirmiş oluyorsunuz. Yani aptal olmak, ben, ben aptalım. Bütünleşti. Halbuki bu fark ettiğiniz şeyleri ifade ederken kullandığınız dil dahi yani o kullandığınız dili değiştirirseniz dahi duygunuz da değişmeye başlıyor. Mesela zihninizde geçen duyguyu ya da düşünceyi fark ettiğinizde onu ben nokta noktadayım şeklinde ifade etmek yerine şu anda fark ediyorum ki zihnimde nokta nokta şeklinde düşünceler var diye ifade ettiğinizde, mesela ben aptalım demek yerine şu anda zihnimde aptal olduğuma dair düşünceler var şeklinde ifade ettiğinizde hissettiğiniz duygu da çok daha farklı olmaya başlayacak. Neden? Çünkü birinci ifadede o duygu olan ben iken, ikinci ifadede kendimi o duygudan ve düşünceden arındırılmış, dışarıdan gözlemleyen bene dönüşmüş oluyorum. Bakın bu olan ben ve gözlemleyen ben ayrımını yapabilmek çok çok önemli bir aşama. Çünkü bunu yapabildiğinizde, yani kendimizi zihnimizdeki o duygu ve düşüncelerle ayrıştırabildiğimizde onları yönetebilmek daha kolay oluyor.
Çünkü şunu görüyoruz. Ben aslında bu duygulardan ibaret değilim ya da bu düşüncelerden ibaret değilim. Ben daha fazlasıyım. Bu duygular ve düşünceler sadece bana gelip giden misafirler. Onlar gelirler ve giderler. Ama ben hep buradayım ve kontrol bende onlarda değil. Ben kendi kaygılarım ile baş etme sürecimde özellikle çok faydalandığım bir teknikti bu benim için ve bu süreçte ben hep şunu söylerdim. Herhangi bir şekilde kendimi kaygılı ya da endişeli hissettiğimde. Şu anda ben bir gökyüzüyüm ve bu kaygılar, bu endişeler de gökyüzünden gelip geçen bulutlar ve ben adeta o bulutları izler gibi kendi kaygılı düşüncelerimi izliyorum. Efendim bu mesafe koyma ve kendinizi duygularınızdan, düşüncelerinizden ayrıştırma ve gözlemleyen konumuna gelme bu duyguların size yapışıp kalmasını engelliyor ya da sizin bu duyguların girdabında kaybolmanızı engelliyor. Bu yüzden çok çok faydalı. Aynı zamanda duygudan kaçmayıp. Onu bastırmaya çalışmayıp onunla didişmediğiniz için de bir şekilde bir süre sonra şiddetini azaltıp sizi rahat bırakmaya başlıyor. O yüzden özellikle korku, kaygı takıntılı düşünceler de çok çok etkili bir tekniktir. Bunu uygulamanızı öneririm. Bu psikolojide kabul ve kararlılık terapilerinde kullanılan bir tekniktir. Aynı zamanda tabii mindfulness tekniğiyle de bütünleşmiştir. Mainfulness’da yine aslında kökenini binlerce yıl önce Çin’den alan bir tekniktir. Videomuzu sonlandırırken katıl üyesi olarak bizlere destek veren sevgili takipçilerimize teşekkür etmek istiyorum. Eğer sizler de her hafta kişisel gelişim ve psikoloji konularında iki tane yepyeni video yüklediğimiz bu kanala destek olmak istiyorsanız katılı üyesi olarak, abone olarak ve yorum yazarak bizlere destek olabilirsiniz.